Page 29 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 29

tarih çevresi

halk sayısal olarak büyük olsa da, Oğuzlar “bu bölgelere kadınlarıyla, çocuklarıyla, hayvanlarıyla,
gelenekleriyle, atalarının Orta Asya’sından getirdikleri örgütlenmeleriyle göç etmiştir” (Cahen, 2000,
s. 341) (Sümer, Anadolu'ya Yalnız Göçebe Türkler mi Geldi?, 1960, s. 591-594). Göçlerin kapsadığı
alan göçün büyüklüğü konusunda fikir vermektedir.

     Oğuzların Küçük Asya’ya aralıksız taze akını, onların başarıyla gelişmesini kolaylaştırıyor, yerli
halk da giderek asimilasyona “özümlenmeye” uğruyordu. İslamlaşmaya doğru bir dönüş vardı; Küçük
Asya’da devlet kurulduğu, asimilasyonun büyük maddi çıkarlar sağladığı Selçuklular zamanında, bu
süreç, geniş boyutlara varmıştır.

     Ama Oğuzlar ortamın etkisine uğruyorlardı. Batıya ne kadar yaklaşıyorlarsa, göçebe gelenekleri,
o ölçüde zayıflıyor, kent yaşamının yatkınlıklarını ediniyorlardı…

    Merkezden uzakta, devletin sınırlarında, Oğuzlar, birlik ve dayanışma içinde yaşıyorlardı. Buralar-
da, sürülerin rahatça otlayabildiği boş topraklar vardı; burada, boy başkanları olan “beylerin” iktidarı
güçlüydü. Oğuzlar, “İl” denilen boy birliği oluşturuyorlardı… (Gordlevski, 1988, s. 83-84)54

     Türkmenler Anadolu’da Arap ülkelerinde ve İran’da bulamadıkları yaşam koşullarını Anadolu’da
bulmuşlardı. Yukarıda ayrıntılı bir şekilde incelediğimiz gibi uzun bir süredir Türkmenler göçebeler
ağırlıkta olmakla birlikte, yarı göçerlerin hatta kentsel işleve uyum sağlamış yerleşiklerinde bulun-
duğu daha karışık bir sosyal yapıya ulaşmıştı. Göçebeler Anadolu’da buldukları meralara yerleşip,
Anadolu’da hala görülebilen yüksek yaylalar ve korunaklı kışlalar arasında düşey göçlerle hayvan
yetiştirmeye girişmişler, yerleşikler ise Maveraünnehr’de olduğu gibi kentler çevresine tutunarak yerli
halkla işbirliğinde tarım yapmaya başlamışlardı. “Onlar, tarla ekmek için konaklıyorlardı, yani ürünü
kaldırınca gidiyorlardı. Toprak işlemeyle, özellikle kendi tüketimlerini karşılamak için uğraşıyorlardı,
bütün ilgileri hayvancılığa yönelikti” (Gordlevski, 1988, s. 172). Zaman içinde halklar kaynaşmış,
Anadolu’da Türkleşme ve Müslümanlaşma başlamıştır. Ancak Türkmen beyleri kentleri “kafir yuvası”
gibi gördükleri için buralara yerleşmemişler, çoğunluğu Bizanslı olan kentlileri pek tutmamışlardır.
Öte yandan kentleri kontrol eden İranlı yönetici sınıf ve seçkinler ise hem kentlinin İranlılaşması-
na, hatta Türklükten uzaklaşmasına neden olmuştur. Kentlerin asıl Türkleşmesi Moğol egemenliği
ve sonrasında güçlü bir şekilde gerçekleşecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim (Cahen, 2000, s.
100-104).

     Yukarıda değindiğim gibi, İbrahim Yinal (öl.: 1060) Türkmenleri izleyerek 1048 yılında Anado-
lu’ya girmişti. Hasan Kale (Pasinler, Erzurum) zaferini kazanarak çok sayıda esir ve yüklü ganimetle
geri döndü. Bu arada Türkmenlerin Anadolu’ya yayılmaları sürmekteydi. Düzenli bir askeri yapıya sa-
hip olmamalarına karşın Sivas’ı işgal etmiş, Malatya bölgesine girmişlerdi. 1064 yılında Doğu Anado-
lu ve Kafkaslara doğru bir keşif gezisine çıkan Alp Arslan (20 Ocak 1029-15 Aralık 1072), karşılaştığı
Türkmenlerden Anadolu ile ilgili bilgi aldı. Türkmenlerin aynı yıl Komana’da (Şarköyü, Adana) Bi-
zanslılara yenildiler buna karşın 1067’de Kayseri’yi fetettiler. Emir Afşin ise Amorion’u (Eskişehir)
fethetmişti (1068). Alp Arslan’ın aslında Anadolu’yu fethetmek gibi bir niyeti olduğu söylenegelir an-
cak 1070’de amcası Tuğrul Beyin vasiyeti üzerine Malazgirt’e saldırdı ve aldı. Bu arada meşhur Bizans

                                              29
   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34