Page 38 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 38

tarih çevresi

	 4- Belgelikler, Anılar ve Sözel Tarihçilik

	 Türkiye de ne yazık ki, ne özel ne de resmi belgeliklerde tam bir düzen sağlanabilmiş değildir.
Genel olarak bakıldığında, kimi özel meraklı kişiler bir yana –ki bunların sayısı son derece sınırlıdır-
ailelerin, kendi tarihlerini açıklamada son derece önemli bilgi ve belgeleri koruma alışkanlığı
oluşmamıştır. Aslında, 1928 yılında Latin harflerinin kabul edilmesinin etkisiyle, bu tarihten önceye
ait olup, günümüze kalmış belgelere kişilerin yaklaşımında, anormal tutumlar kendini göstermektedir.
Bir kere, genç kuşaklar, bu tür belgeleri okuyup anlayabilecek altyapıya sahip bulunmuyorlar. Ata-
dan-dededen kalma bu tür belgelere bireyler, son derece yanlış önyargılar oluşturarak bakabiliyorlar.
	
	 Gelen göçmenlerin ellerinde, Yunanistan’da bıraktıkları taşınmazların tapu senetleri, Yunan-
istan’da, Rum yığılmasından sonra kamulaştırılan taşınır taşınmaz mallara ilişkin makbuzlar, Tür-
kiye’ye mübadele sözleşmesi öncesinde ya da sırasında gelişleri sırasında, Yunanlı güvenlik maka-
mlarınca değişik adlarla alınmış vergilere ilişkin belgeler; Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun mal
kayıtlarını gösterir beyannameler, gemilere biniş biletleri, kimi zaman Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne
bağlı olarak çalışan İmdad-ı Sıhhi heyetlerinin Yunanistan’da kurduğu çadırlı ordugahlarda, kimi
zaman göçmenlerin bekleştikleri kıyı kentlerdeki iskelelerde yaptığı aşı çalışmalarını gösterir belgeler;
vapurlarda iken yapılması zorunlu aşı kağıtları, göçmen ailelerinin aile bireylerini gösterir, yolculuk
belgeleri bol miktarda bulunuyordu. Göçü yaşayan göçmenler, ne olur ne olmaz kaygısıyla ve psikolo-
jik bir tavırla, bu belgelere gözleri gibi bakmaktaydılar. Örneğin, Yunan Hükümeti, Rum yığılmasının
ardından, Müslümanların elinde bulunan malların bir kısmına, harp vergisi bahanesiyle el koymuş, el
koyduğu mallara karşılık, malına el konulan kişiye, bedelinin sonradan ödeneceğine ilişkin belgeler
vermişti. Gelen mübadiller, ne olur ne olmaz, belki bu malların karşılığını günün birinde alabiliriz
düşüncesiyle, bu belgelere gözleri gibi bakıyorlardı. Doğal olarak bu tür belgelerin önemli bir kısmı,
Osmanlıca ya da Yunanca’ydı. Aslında, göçmenlerin yerleştirilmesinden sonra, genel olarak, 1930
Türkiye-Yunanistan sözleşmesinden sonra, kimi ikili ihtilaf konuları bir yana, mübadele sorunu tarihe
tevdi edildiğinden, bu belgelerin de bir hükmü kalmamış bulunuyordu.

	 Oysa, bu belgelerin ne olduğunu üç aşağı beş yukarı bilen birinci kuşak mübadillerin ölümün-
den sonra, onların çocukları ya da torunları, atalarından kalan bu ne olduğunu anlamadıkları ve
okuyamadıkları belgeleri; ya işe yaramaz bir bitpazarı malı gibi görüyor ve kaldırıp çöpe atıyorlar,
yakıyorlar; ya müzayedelik önemli bir parça olarak görüp, bundan nasıl maddi olarak yararlanmayı
düşünüyorlar ya da, Yunanistan’da Yunan hükümetince el konulmuş önemli miktarda arsaları, tarlaları,
bağları ve bahçeleri olabileceğini düşünüp, bunları nasıl elde edebileceklerinin arayışına yöneliyorlar.
Kimisi, sanki Yunanistan’ı tapusuyla alacakmış gibi anlaşılmaz bir psikolojik tavır içine bile giri-
yor. Gelen göçmenler, genel olarak kırsal alanlardan Türkiye’ye geldiklerinden, bunların ellerinde
bir takım anı defterleri, günlükler falan pek bulunmuyordu; bulunanlar da yok denecek kadar azdır.
Olayları, olayların oluşu sırasındaki duygularını not edenler, yok denecek kadar azdı.. Bunun belli
başlı üç nedeni vardır: Birinci neden, gelenlerin sosyo-ekonomik statüleriyle ilgilidir. Selanik gibi
belli yörelerin dışında, gelenlerin önemli bir kısmı kırsal alanlardan geliyordu. Okuma yazma düzeyi
düşük, köylü bir topluluktan geriye kalan bu tür kalıtlar, son derece sınırlıydı. Anı ya da günlük tutma
gibi bir gelenek, Türk kültüründe pek alışkın olunan bir şey değildi. Üstelik, yaşananları unutmak,
hatırlamamak gibi, ilginç bir toplum psikolojisi söz konusuydu.

                                              37
   33   34   35   36   37   38   39   40   41   42   43