Page 30 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 30

tarih çevresi

	 Kongrelerle, Türkiye’deki ve Türkiye dışındaki araştırmalar gözden geçirildi. Yurt dışına
bilim insanları gönderildi; yeni yayınlar teşvik edildi. Temel çaba, dili zenginleştirmek; arı bir Türkçe
yaratmak, yeni gelişmeler karşısında ortaya çıkan bir sözcük, daha Türkiye’de yabancı dildeki biçimi-
yle yer almadan, ona Türkçe anlam üretmek; dili öteki dillerin istilasından korumak; kendi benliğine
ve özüne kavuşturmak; bilimde, sanatta, kültürün her alanında işleyerek onu geliştirmek...

	 Dil, Türkiye’nin ve Türk ulusunun kültür bayrağıydı. O bayrağı en yükseklerde dalgalandır-
mak, her Türk için kutsal bir görev biçimini almıştı.

	 Dil, bu çalışmalar sayesinde hızla kendi benliğine kavuştu. Aydın ve toplum arasındaki dil
farkı, büyük ölçüde ortadan kaldırıldı.

	 Derken, Atatürk, dil alanında da bir kuram ortaya attı: Güneş Dil Teorisi... Bu teori de, Türk
Tarih Tezi gibi, Türklerin binlerce yıllık köklü geçmişine vurgu yapıyor; Türkçe’nin dünya dil ailesinin
en eski ve en yüksek kültür olduğu savında bulunuyordu. Kurama göre, pek çok dünya dili, bu üstün
kültür dilinden türemiş ve dünyaya yayılmıştı.

	 Kuşkusuz, bunlar birer tezdi. Söylenen her şey, yüzde yüz doğruyu belirtmiyordu. Ancak,
Atatürk, niçin dil ve tarih işleriyle uğraştı; bu onun işi miydi gibi bir yaklaşımda bulunmak da, kendi
ulusunun ve yurdunun üzerine gözü gibi titreyen Önder’i anlamamak, onu kaba bir değerlendirmeyle
ele almak anlamına gelir. Çünkü Atatürk, kişisel bir ego ile ulusunu doğrudan ilgilendiren ve yaşamsal
önemi olan konuları çarpıtmaya yöneltmeyecek ölçüde büyük bir tarih birikimine ve ulusal değerlere
sahip bir tarihsel kişilikti. O, dil ve tarih işlerinde bu denli keskin biçimde yer alırken, kuşkusuz bir
bilim insanı olmadığını biliyordu.

	 O her şeyden önce, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir devlet adamı; bağımsızlık savaşını ka-
zanmış büyük bir komutan; cumhuriyetin getirdiği değerleri yerleştirmek ve korumak için canını dişine
takmış büyük bir devrimciydi. Ancak o, şimdi yeni bir tehlikeyi daha sezinliyordu: Türkler, ancak
Kurtuluş Savaşı ile birlikte bir ulus olduklarının bilincine varmışlardı. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde
çok sınırlı bir aydın grubunun arasında beliren bu bilinç, ilk kez, böylesine ortak bir tehlike altında,
toplumsal temele inmişti. Ulusal bilinç, ancak ulusal kimlikle oluşabilirdi. Ulusal kimliği ise, dil, tarih
ve ortak ulusal his oluşturabilirdi. Öyle ki ulusal hislerin oluşmasının da en büyük aracı, dil ve tarihti.
Öyleyse, bir ulus devlet kurmuş olan önderin, yine ulusuna önderlik ederek, onun ulusal bilinç ediner-
ek, bu bilinçle kimliğinden güç alacak ölçüde tarih ve dil bilincini edinmesini istemek kadar doğal bir
şey olamazdı. Bu da bir ulusun dilini ve tarihini incelemek, ortaya koymak ve bunları topluma ulaştır-
makla olanaklı olabilirdi.

                                              29
   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35