Page 24 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 24

tarih çevresi

	 O da, batı dünyasında gerek birey ve ulus kavramları, sanayileşme süreciyle yeni bir ivme
almış; o zamana değin kendi içinden gelen bocalamaları atmış; böylece modern anlamda ulus ve bi-
reysel haklar, tarımsal üretim biçimlerine dayanan feodal yönetimlerin yıkılmasını da yanında ge-
tiren sanayileşme süreciyle bire bir ortak bir gelişme seyri izlemişti. Türkiye’de yönetim, cumhuriyete
dönüştürüldüğünde, Türkiye’de toplum ve ekonomik yapı, tarım devletlerinin özelliklerini aşıp, san-
ayileşmeye yönelebilmiş değildi. Bireysel haklarda ve özellikle kadının toplumsal konumunda önemli
bir geri kalmışlık göze çarpıyordu. Mustafa Kemal Atatürk; Türk Ulusal Savaşı’nda Türkler’in, bu
savaş yıllarını kapsayan üç buçuk yıl içinde bir millet/ ulus olma sürecine girdiğini görüyor ve bunu da
söylemekten geri kalmıyordu. Gerçekten de bir ulusal varlığın yok edilmesini amaçlayan büyük teh-
like, ulus bireyleri arasında olağanüstü bir kaynaşma dönemini de yaratmıştı. Oysa bütün bu duygusal
ve romantik oluşumlara bakıldığında; onu gerçek anlamda millet olma düzeyine taşıyacak, bu yapıyı
güçlendirecek özellikler yönünden, büyük eksiklikler kendini gösteriyordu.

	 Bir ulusal yapının oluşumu için, dil ve tarih kavramları son derece önemliydi. Dil, ortak bir
duygu ve düşünce aktarımını getiren bir araçtı. Onun zenginliği, bir ulusun kültürel birikimini gelecek
kuşaklara aktarmanın en güçlü özelliğiydi. Bireylere bir ulusun binlerce yıllık geçmişinden yaratılmış
ortak kültürü ve duyguları aktaran bu güçlü aracın, yalnız toplum içinde ve gündelik yaşamda sıradan
insanların karşılıklı olarak anlaşabildikleri bir düzeyde bırakılması bir ulusal varlığa karşı yapılacak
en büyük kötülüktü. O dil işlenmeli, geliştirilmeli; anlam ve kavramlar yönünden zenginleştirilmeli;
düşünsel, sosyal ve doğa bilimlerinde kullanılmalı ve kendi özüne ve yapısına uygun biçimde yeni
sözcükleri kendi sözcük dağarcığına katarak zenginleşmeliydi. Tarih ise bir ulusal varlığın ortak
geçmişini oluşturuyordu. O ortak geçmişin; onca yaşanmışlıklardan sonra, yaşanılan anı oluşturduğu
düşünüldüğünde, onun oluşum, gelişim ve değişim evrelerinin ulus bireyleri tarafından çok iyi bilin-
mesi gerekiyordu. Kendi atalarının geçmiş dönemlerde yaptıkları büyük işleri; bu işleri başarırken
oluşturdukları yöntemleri ve uygulamaları ayrıntılı biçimde öğrenecek toplum bireyleri, başarılar ka-
dar yenilgileri ve çözülüş evrelerini de çok iyi bellediklerinde; yaşadıkları andan sonraki süreçte, yani
gelecekte kendilerine yanlışlardan arındırılmış bir yol çizgisi oluşturabilirlerdi. Üstelik tarihi öğren-
mek, bireye ve giderek ulusal varlığa güç ve benlik duygusu aşılayacağı da açıktı. Bu nedenle Atatürk;
bir yandan Türkçe’nin yabancı dillerin etkisinde yozlaşma sürecinden korunmasını anlatırken, onu
yurdunu emperyalistlerin baskı ve saldırısından koruyan yurtseverlerin verdiği savaşla karşılaştırıyor-
du. Bu nedenle O, “Kendi yurdunu emperyalistlerin saldırısından korumasını bilen Türk Ulusu, dilini
de başka dillerin baskı ve saldırısından korumasını bilecektir” demekteydi. Türkçe’nin yanı sıra; Türk
tarihinin geçmişini ele alırken, en aşağı yedi bin yıllık bir süreçten söz ediyordu. Yine Türk denilen
varlığı, bir yıldırıma, kasırgaya, dünyayı aydınlatan bir güneşe benzetirken; onun tarihe çıkış sahne-
sini mitolojik olaylara benzer bir anlatımla betimliyor; bu köklü ve soylu tarihin öğrenilmesi için de;
“Türk çocuğu, kendi atalarının geçmişini öğrendikçe, kendilerinde daha büyük işler yapmak için güç
bulacaktır” diyordu.

                                              23
   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29