Page 19 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 19

tarih çevresi

	 Önder ise, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktan söz ediyor; yapılanları asla yeterli görmediği-
ni dillendiriyor; yeni bir heyecanla daha büyük işler yapacağız diyordu. Osmanlı toplumu batıda-
ki gelişmelere ayak uyduramamış, bilimde gelişmemiş; toplumsal gelişmede ve kültürde çok ger-
ilerde kalmıştı. Şimdi yapılması gereken şey belliydi; ancak çok zordu. Üstelik, herkes bu gerçeği
görüyor değildi. Görebilenlerin algılamaları ise belli bir yere kadar geliyor, bir yerden ötesini algıla-
ma konusunda güçlük çekiyorlardı. Şimdi yeni bir süreç başlıyordu. Eğitimden sağlığa, ekonomiden
kültür alanlarına, gündelik yaşamdan siyasal yaşama her alanda önemli sıçramalar yaşanması gerek-
liydi. Öncelikli olarak, çağdaş batı düşüncesi topluma aktarılmalıydı. Doğulu bir toplum yapısından
kurtulmak gerekiyordu. Bunun için gündelik yaşamın her alanında yenilikler kaçınılmazdı. Örneğin,
ağırlık ölçüleri kıyye ve okkaydı; gram ve kilogram pek bilinmiyordu. Ölçü birimleri arşındı, karıştı;
santimetre, metre, kilometre bilinmiyor, kullanılmıyordu. Yazı Arapça harflere yenilerinin eklenmesi-
yle oluşturulmuş Osmanlıcaydı. Bu yazı Türkçenin yapısına uygun değildi; Türkçe büyük ve küçük
ünlü uyumu olan bir dil yapısına sahip olmakla birlikte, hemen hemen bu yazıda sesli yok gibiydi.
Yeni bir Türkçe ABC (Alfabe)’nin oluşturulması kaçınılmazdı. Yaygın bir cehalet vardı; okuma yazma
oranları %10’lara ulaşmamıştı; bunun yaygınlaştırılması gerekliydi. Salgın hastalıklar diz boyuydu;
Kızamık, kızıl, çiçek, dizanteri, sıtma, verem, trahom en yaygın hastalıklardandı. Üretilen de para et-
miyordu; yaygın tarımsal üretim hala ortaçağ kurallarına göre, ilkel araçlarla yapılıyor, Türkler sağlıklı
beslenmeyi sağlayamıyorlardı. Yol sorunu vardı; demiryolları hala yabancıların elindeydi, karayolları
yoktu: Ulaşım ve taşımacılık olmadığında bir ticari yaşam oluşturulamıyordu. Bebek ölümleri yüksek-
ti; halk genel olarak hala üfürükçüye, büyücüye inanıyor; cehalet kol gezerken inanç sömürüsü hoy-
ratça yapılıyordu. Kadın kafes hayatının arkasına itilmişti; kız çocuklarının okutulması günah olarak
algılanıyor, toplum eğitime yeterince önem vermiyordu. Bu yapıda gelişme ve kalkınma yolunda yol
alınması zaten olanaklı değildi. Şimdi bir başlangıç yapılması, bir yerlerden başlanması gerekiyordu.

	 Doğulu bir toplum yapısından kurtulup, batı modeline uygun bir yapıya gitmek kaçınılmazdı.
Bunun da duyarlılıkla ele alınması gerekliydi; çünkü bu yöneliş, büyük bir kesim tarafından derhal
“din dışılık”, “Tanrı tanımazlık”, “tapınırlara karşı bir saygısızlık” olarak yorumlanabilirdi. Örneğin;
sarık, şalvar, peçe gibi giyim kuşam gereçleri bir din gereği gibi algılanıyordu. Buna karşı yönelmek,
Tanrı’nın düzenine karşı çıkmak gibi görülüyor, yorumlanıyordu. Yıkılan düzenin özünü oluşturan
değerler, gerici somurtkanlığı içinde toplumun özünde, derinlerden gelen bir homurtu ile yine yüzünü
gösteriyordu. Homurdanma; derinlerden geliyordu ve ürkütücüydü. Ona uzanan el güçlü olmazsa, o
canavar kirli dişleri arasında derhal onu yutmak için kuytuluklarda bekliyordu. Aydınlık yüzünü gös-
termişti; ancak zifiri karanlık koyu, ağır bir taş perde gibi toplumun üstünü kaplamıştı. Promethe’nin
yaptığı gibi ışığı göstermek yetmiyordu; ışığı avuç avuç zihinlere, belleklere, ruhlara ve bedenlere kat-
mak, yeniden o mayayı yoğurmak gerekiyordu. Bunu ancak devrimci bir güç ve duruş gerçekleştire-
bilirdi.

                                               18
   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24