Page 20 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 20

tarih çevresi

	 Batılı bir toplum yapısı oluşturabilmek için, yeni kurumlara, ilkelere ve kavramlara gereksinim
vardı. Bunları edinmek yetmezdi; içselleştirmek de gerekliydi. Sabırla bütün bunlar bir bir oluşturul-
malıydı. Bu örgütlenme modelinin seçilmesinde, bu modelin batıya ait olması gibi basit bir gerekçeyle
elbette hareket edilmiş değildi; çağdaş bilim, insan kişiliğine ve onuruna en uygun model olarak bunu
yarattığı için, buna yönelmek aklın ve gerçekçiliğin gereğiydi. Din birey ile Tanrı arasındaki saygın
yer olan vicdanlara çekilecek, kamusal alanın dışına çıkacaktı. Gerçek bir laikleşme ve sekülerleşme
sağlanacaktı.

	 Bu yönde güçlü adımlar atıldı: Önce 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırılmış, sultan Halife Va-
hidettin ülke dışına çıkmıştı. Ardından Lozan Barış Antlaşması kabul edildi. 3 Mart 1924’te Eğitim
ve Öğretim birleştirildi. Halifelik kaldırıldı. Yeni ağırlık ve uzunluk ölçüleri benimsendi. Kıyye ve
okka yerine, kilogram, gram; karış ve arşın yerine, santimetre ve metre geldi. Ardından kılık kıyafette
devrim yapıldı. Sarık, fes, şalvar, peçe, potur kaldırıldı; yerine çağdaş batılı giyim türleri benimsendi.
1926 da kadını aile içinde eşitleyecek Medeni yasa benimsendi. Ve 1928’de yeni Türk ABC’si getiril-
di. Ardından kadınlara seçme ve seçilme hakları, millet mektepleri, halk evleri ve daha nice şeyler…
Laikleşme sürecine hız verildi. Tekke ve Zaviyeler, tarikatlar yasaklandı. Ulus kimliği pekiştirildi.
Bu amaçla dil ve tarih çalışmalarına ağırlık verildi. Bunların her biri, diğer devrim hareketlerinde
görülmeyecek ölçüde kapsamlı ve derin, köklü değişimlerdi.

	 Atatürk baştan beri yapmak istediklerini belirlemişti. Bunlar çoktan düşünülmüş, boyutları
saptanmış düşüncelerin ortaya konulmasından başka bir şey değildi. Dolayısıyla Türk Devrimi yalnız
egemenliğin el değiştirmesiyle sınırlı kalmıyor, çok daha köklere inerek, yüzyıllar gerisinden Aydın-
lanmayı kucaklıyordu. Böylelikle aydınlanma, Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya, Asya’ya, Avrasya’ya
hatta Afrika’ya yayılma fırsatını da -elbette olduğu kadarı ile ve çok daha gerilerden- yakalamış
oluyordu. Mustafa Kemal Atatürk de bunun ayırtındaydı. Verilen savaşımın yalnız Türk Ulusu adına
verilmediğini, bütün ezilen uluslar adına verildiğini belirtmişti 1 . Ayrıca O, Türk Devrimi’nin kendine
özgü bir yorumunu da yapıyordu. O, Türk Devrimi’nin ilk anda akla gelen ihtilal anlamından baş-
ka daha derin bir değişimi ifade ettiğini düşünüyordu. Yeni bir devlet kurulmuştu. Bu devlet biçimi,
yüzyıllardır gelen biçimleri ortadan kaldıran en gelişmiş biçimdi. Artık ulusu birleştirecek bağ dinsel
ve mezhepsel bağ değildi. Ulusçuluk bağı bütün toplum unsurlarını bir araya getirmişti. Kuşkusuz
böyle bir tanımlamada köklü bir değişmenin izleri vardı. Bu, her şeyden önce bu niteliğiyle temelli
bir değişme, kökten bir hareket olmuştu. Böylelikle değişmenin, kökten hareketin yönü “çağdaşlaş-
mak” olarak dile getiriliyordu 2. Yapılan bir devrim vardı. Bunun kuşkusuz bir de amacı vardı ve bu
çağdaşlaşmaktı. Bununla Türkiye Cumhuriyeti halkı, bütünüyle çağdaş, bütün anlam ve kapsamıyla
uygar bir kurul haline getirmekti. Devrimlerin gerçek ilkesi buydu 3.

	

    1 Geniş bilgi için bkz. Şimşir, “Atatürk ve Üçüncü Dünya Ülkeleri”, VIII. Türk Tarih Kongresi, (Kongreye Sunulan Bildiril-
    er), 3. Basım, Ankara, 1983, s.1903–1940.
    2 Atatürk’ün 1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi’ni açış konuşmasından: ASD, II, s. 91
    3 A.g.e., s.214.

                                              19
   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24   25