Page 17 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 17

tarih çevresi

	 Onları sorgulayabilmek; ardından yanlışlayabilmek; ve devamında, yerine konabilecekler
konusunda doğru tespitleri yapabilmek ve bunları özümseyebilmek… Bir kişi için bile, oldukça büyük
ve belki de her insanda bulunamayacak oranda güçlü bir irade gerektirir; öyle ki Atatürk, Nutuk’ta,
yola birlikte çıktıkları birçok kimsenin idraklerinin, bir süre sonra artık, devrimi ve süreçlerini ka-
vrayamadıklarını dile getirecektir. “Batılı Filozoflar”da bu süreçlerden geçmişlerdi; önce içinde bulun-
dukları toplumun değerlerini sorguladılar; sonra bu sorgulama, kendi içlerinde alışageldikleri değerler
ile bir süre çelişmelerine, kimi zaman onlara sıkı sıkıya sarılmalarına, kimi zaman da onlardan ko-
parcasına uzaklaşmalarına; fakat yine de onlardan vazgeçebilme iradesini gösterebilmelerine neden
olmuştu. Dile kolay; sizi “Siz” yaptığını düşündüğünüz ve böyle düşünerek yetiştiğiniz tüm değerler-
inizi, yargılıyor ve yanlışlıyorsunuz… Atatürk de yaşamı boyunca bu karmaşaları yaşadı aslında, tüm
değerleri ile savaştı; hepsinden de başarı ile çıktı, Aydınlandı…

	 İşte tam olarak bu nedenle Atatürkçü Düşünce Sistemi, bir Çağdaşlaşma / Batılılaşma öğreti-
siydi.

	 Bu öğreti, Türk toplumunu çağdaşlaştırma sürecine koşut olarak, batılılaştırmayı da amaçlıyor-
du.

	 Batılılaşmadan amaç, batının Aydınlanma felsefesini ve düşünce biçimini almaktı. Yok-
sa batının bir de hoyratça gelişen kapitalist sistemin sunduğu bir sömürgecilik anlayışı vardı ki; o
dünyaya ırkçılık gibi bir zehir bile sunmuş; sözüm ona ırkların kimilerine, başka ırklardan üstün old-
uğu yalanını pompalamıştı. Sonunda kendini başkalarından üstün gören ırklar, ötekilere karşı acımasız
bir şiddet eylemine sürükleniyorlardı. Bu yalanı yutan da, bu yalanı yutanın hedefi haline gelen de iflah
olmamıştı. Örneğin, Almanya bu oyuna düşen ülkelerin başında geliyordu. Sonunda, kendinin başka-
larından üstün olduğunu düşünen ve kanının son damlasına, iliklerine, kemiklerine kadar kendisini
Alman hisseden bir toplum yaratılmıştı. Bu katı duruş ve anlayışlar, dünya barışını bozuyor, toplum-
ları toplumlara kırdırıyordu. Kıranın ve kırılanın yer aldığı o sömürgeci dünyada, bu yalanı uyduran-
lar, başkalarının felaketleri üzerinde varlıklarını gittikçe büyütüyor; ellerini ovuşturarak, bir anlamda
felaket komisyonculuğu yapıyorlardı. Batının sömürgeciliğinin üstelik bir tarihsel derinliği de vardı.
Afrika başta olmak üzere, dünyanın değişik yerlerinden zincirlenerek, kırbaçlar altında bir hayvan
sürüsüne bile verilen değerden aşağı sayılan köleler, köle pazarlarında ağırlıklarına ve cevvalliklerine
göre satılıyorlardı. Artık, o kullanılıp atılan sıradan bir eşya gibi, bütün varlığıyla yeni efendisinin bir
malıydı. Yalnız bedenler yurtlarından koparılmıyordu; o bedenlerden kara derililerin ruhları da silini-
yordu. Çünkü kara adamın ruhunun olabileceğini beyaz adam aklına bile getirmiyordu. O bedenlere
karşı yağmacı bir hoyratlık ve insan dışılık vardı. Bu hoyratlık, yüzyıllarca sürdükten sonra, modern-
leşen her şey gibi, kendisini çağa uydurmayı başardı. 1850’lerde köle ticareti ardı ardına yasaklandı.
Sözde, insanlık çağ atlamıştı. Ancak bu yeni dönemde Batı cilalı sözlerle süslediği ırkçılık hokkaba-
zlığını bir değer gibi satıyor; insanlık onurunu ayaklar altına alan kara bir leke olarak yeni alıcılarına
sunuyordu. Geçmiş yüzyıllarda başka ırkları alabildiğine aşağılamış ve onları insan bile saymamıştı.

                                               16
   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21   22