Page 16 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 16

tarih çevresi

	 “Sömürmek ve sömürülmek duyusu yok edilmedikçe, bir dünya barışını sağlamak güçtür”
diye düşünülür; üstelik, bu egolar olduğu sürece, gerçek anlamda çağdaşlaşmak olgusunu dünyaya
uyarlamak da pek kolay değildir. Bu nedenle, Atatürk, bütün dünya uluslarının özgürleşmesinden ve
bağımsızlaşmasından yanadır. O, doğan güneşi gördüğü gibi, bütün ezilen ulusların da bağımsızlığa
ve özgürlüğe kavuşacağını, yeryüzünden sömürgecilik ve elkoyuculuğun kalkacağını, bunun yerine
genel bir dayanışma duygusu içinde, uluslar arasında tam bir işbirliğinin kurulacağını belirtmişti. Bu
yaklaşımın, aydınlanmanın getirdiği değerler dizgesi içinde, ne denli önemli olduğunu zaten günümüz
insanının, dünya barışının yerlerde sürüklendiği dönemlerde anlamaması pek olanaklı değildir.

	 Öyleyse, şu rahatlıkla söylenebilir: Çağdaş uygarlıkla söylenmek istenen şey, toplu-
mu ve toplumu oluşturan bireyleri gerçekçi (rasyonalist), olgucu (pozitivist), faydacı (pragma-
tik) ve gözlemci-deneyci (ampirik) düşünme ve yaşama süreçlerine sokabilmekti. Yani, olay-
ları denetleme gücünü kendinde gören, ulusuna ve bütün insanlığa hizmet etme ülküsünü
benimsemiş, kendi toplumunu ekonomide, kültürde, siyasette ve toplumsal örgütlenme
biçimi olarak en gelişkin demokratik düzeylere taşıyabilmiş bir anlayış ve uygulama düzeni...

                        Atatürkçülük / Kemalizm bu yönleriyle, hem bilimsel hem de insancıl
(hümanist) bir temele dayanıyordu.

	 Atatürkçülük, belirtilen bu düzeylere ulaşmak için batılılaşmayı öngörüyordu. Çağdaşlaşmak
için “batılılaşmak”, bir önkoşul olarak belirlenmiş, bu nedenle “asri, binaenaleyh garbi (çağdaşlaşmak,
dolayısıyla batılılaşmak) süreci benimsenmişti. Bu aynı zamanda geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştır-
ma amacına yönelmiş Türk Devrimi’nin düşünsel anlamda besleneceği coğrafyaya yönelişi de gösteri-
yordu.

	 Aynı zamanda “Gerçekçiliği” ve “Cesaret”i de kapsıyordu elbette. “Devrimci” olabilmek, old-
ukça kolay sanılabilir ya da gerçekten de öyle sanılmaktadır; “insanlar çıkarlar, uyum sağlayamadıkları
var olan düzeni değiştirmeye, yıkmaya kalkışırlar…”: “Tutucu” olarak tanımlanabilecek kesimlerce,
en basit biçimde, böyle adlandırılabilir belki de… Bu yüzden Mustafa Kemal ve onunla birlikte
Devrim’e baş koyanlar, kimi zaman “Hayalperest” olarak adlandırıldılar. Oysa onların “Devrimci-
lik”leri, gerçekçiliklerinden ve cesur olmalarından kaynaklanıyordu. Mustafa Kemal’in “Ya İstiklal,
Ya Ölüm” ifadesinin gerçekliğini, hep: “Bu Yolda Ölebilmek” gerçeğini kabul edebilmek ve “Öle-
bilmekten Korkmamak” cesaretinden ibaret algılarız ne yazık ki. Oysa tek göze aldıkları şey, kendi
yaşamlarından vazgeçebilme iradesi değildi; daha da ağırı vardı; yaşamlarını sorgulayabilme erdemi…
İçerisinden geldikleri, içinde yetiştikleri, tüm kültürünü, edinimlerini, yaşam algısını içselleştirdikleri
ve öyle, onlar gibi yaşamaya alıştıkları toplumun, o toplumu diğer “Çağdaş” toplumlardan daha geride
bırakan birikimlerini, edinimlerini, anlayışlarını, kültürünü yargılayabilme Gerçekçiliği ve bu ka-
vrayışları, kendi kişisel benliklerindeki duyumsamalarında bile, geçmişte bırakabilme Cesareti vardı
birde.

                                              15
   11   12   13   14   15   16   17   18   19   20   21