Page 14 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 14

tarih çevresi

	
	 Her şeyden önce o, tarihin yarattığı uygarlık birikiminden yararlanmasını biliyordu. Hem
doğu dünyasını, hem batı dünyasını iyi kavramış; Türk Ulusu’nu yok oluşa getiren tarihsel süreci
içselleştirmiş; çözüm yollarını kendi düşünce dünyasında oluşturabilmişti. Doğu ile Batı’nın kesiştiği
noktada Türklerin yüzyıllara uzanan geçmişinden bu yana, yaşadıkları, belleğinde taze izlerini ko-
ruyordu. Yanlışlar belliydi. Şaşkınlık, belirsizlik, ürküntü ve korku ile öbeklenmiş süreçlerin içinde
sıyrılıp gelen tarihsel yazgı, bir noktaya gelmiş; sömürgeci dünyanın dayattığı baskılara karşı, bir
ulusal bağımsızlık savaşına yönelmek zorunluluk haline gelmişti. Ancak sorun, onun zihninde yalnız
sömürgeye karşı direnmek, ona karşı koymak, onu alt etmek ve yenmek değildi. Bunun yanı sıra,
çağdaşlaşmak gibi bir ülkü de ulusu gerçek kurtuluşa götürmeliydi.

	 Türkler’in en temel sorunları, tarihin gelişme çizgisinde kendilerine biçtikleri rolün yan-
lışlığıydı. Dünya önce Rönesans’la, ardından Aydınlanma’yla ve giderek de Sanayi Devrimi ile birlikte
görülen gelişme çizgisinde çağdaş değerler, yöntemler, uygulama ve yaşama biçimleri oluşturmuştu.
Adına “Cumhuriyet” denilen bir yönetim biçimi, türlü tartışmalar sonunda yaratılabilmişti. Bu, bir
yönetim biçiminden öte, insan onuruna en uygun siyasal düzen olarak görülüyordu. Üstelik, Fransız
Devrimi sürecinde, sırf bu yönetim biçiminin getirilebilmesi için büyük savaşımlar verilmişti.

	 “Çağdaş” sözcüğü, siyasal terminolojide sözcüğün ilk anda verdiği bütün anlamlarla
örtüşmüyordu. Çağdaş, yani “asri” olmak demek, Atatürk’ün deyimi ile “adam olmak” demekti. Bu
sözcük, hiç kuşkusuz, mecazi bir anlam taşıyordu; ancak içinde, insanlığın ürettiği çağdaş değerleri
barındırdığı da kuşkusuzdu.

	 “Çağdaş” kime denebilirdi?

	 Kim çağdaştı?

	 Bu sözcüğün içine belli bir zaman diliminde yaşayan her kişiyi ve topluluğu koymak ne ölçüde
olanaklı olabilirdi ki? Sözcüğün ilk çırpıda verdiği anlamdan gidildiğinde; örneğin, Afrika’da kabile
kültürü içinde yaşayan ve sığ akarsularda ve bataklıklarda elindeki sivri uçlu sopasıyla balık avla-
yarak yaşamını sürdürmeye çalışan, bedeni çıplak yoksul Avustralyalı’yı da çağdaş saymak gerekirdi.
Bunun yanı sıra; kültürel devrimini kendi özünde yapmış olan son derece entelektüel bir aydın da bu
kavramın içine girerdi. Bu, birbiri içine girmiş bir tezat ve karşıtlığı, doğası gereği, oluşturuyordu.
Yoksullukla ve cehaletle savaşan ve hoşgörü kültürünü yaşam felsefesi yapmış kişilik ve grup eylem-
leri de bu kavramın içine girerdi; yine işgaller, ölümler, kırımlar ve ölçüsüz şiddet uygulayan anlayış
ve yaklaşımlar da bu çağ içinde yer alırdı. O halde, hangi tutum, tavır ve duruş çağdaş olabilirdi ki?

                                              13
   9   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19