Page 65 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 65
tarih çevresi
düzen ve adaletin de kaynağı olmaktadır. Hatta Fârâbî, evrenin müdebbiri olan Tanrının, bir şekilde, toplumu
da tedbir ettiğini düşünmektedir: “Allah, alemin müdebbiri olduğu gibi, erdemli şehrin de müdebbiridir. Onun
alemi yönetmesi bir şekilde, erdemli toplumu yönetmesi ise başka bir şekildedir. Bununla beraber her iki tedbir
arasında bir uyumluluk bulunduğu gibi, alemin parçaları ile şehrin veya erdemli milletin parçaları arasında da
bir uyumluluk bulunmaktadır”28.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, ideal olarak, Tanrının evrendeki yönetimi örneğinde kurulan
ve onun işleyişini taklit eden erdemli toplum, her şeyden önce akli temellere dayanan ve doğal olarak aklen
yetkin olan bir kişi, bir filozof tarafından yönetilen toplumdur. Aklın talepleri ile deyim yerinde ise Tanrının
talepleri arasında bir örtüşmenin var olduğunu kabul eden bu anlayış çerçevesinde, tıpkı evrende olduğu gibi
erdemli toplumda da eksiksiz bir adaletin hakim olduğunu söyleyebiliriz. Burada adalet, her şeyden önce, Tanrı,
evren ve insana ilişkin doğru bir hakikat tasavvurunu, yani her üç alanda da hak ve hakikati esas alan, her şeye
hakkını veren, yerli yerine koyan doğru bir ontolojik konumlanmayı ifade eder. Bu tasavvur, bireyin dünyasına,
her durumda erdeme göre davranmayı, iffeti, ölçülülüğü ve cesareti koşulsuz olarak hayata geçirmeyi emreden
bir ahlak, toplumsal alana ise, hak ve hakkaniyet esasından asla taviz vermeyen, her durumda adalet ve insafı
merkeze alan bir sosyo-politik bakış olarak yansır.
Erdemli toplum, hem bireyin dünyasında hem de toplumun dünyasında, özgürlüklerin hakikat
tarafından sınırlandırıldığı, davranışların ahlak tarafından belirlendiği, fikri ve ahlaki kargaşanın asla yer
bulamayacağı, birliğin, hikmetin ve ilahi sükunetin hakim olduğu adil bir toplumdur. Aklı ve aklın ilkelerini
esas alan bir siyaset ve temelde Allah’tan gelen bir vahiyle yönetilen erdemli toplum, hakikatle temas tarzlarına
göre düzenlenmiş bütün mertebelerinde doğruluğu arayan, hakikatin peşinden koşan, derecesine göre üzerine
düşen görevi eksiksiz yapma gayreti içerisinde olan, birbirlerine sevgi ve adaletle muamele eden, aynı makul
davranışlarda birleşen ve aynı doğru görüş ve inançları paylaşan bireylerden oluşur.
Fârâbî’de, uyum ve uyumlu yapılanma, hangi alanla ilgili olursa olsun, bir yetkinlik belirtisi olarak
görülmektedir. Tabii nesneler dünyasında olduğu gibi, iradi nesneler dünyasında da yetkinlikleri doğuran şey,
uyumdur. Esasen erdem de, davranışı doğuran sürecin ve bu süreçte yer alan aktörlerin uyumunu ifade eder.
Bir toplumun erdemli olması da, bu toplumun, sosyal, politik ekonomik bütün iş ve uygulamalarında her
bakımdan uyumlu durumda bulunmasını ifade eder. Belli bir gayenin ve bu gayeye götüren belli görüş ve
davranışların, toplumu oluşturan bütün bireyler tarafından benimsenmesi, mükemmel bir uyum olarak tezahür
eder. Gaye son derece mühimdir ve ancak gerçek mutluluk tam bir uyumun nedeni olabilir. Zenginlik veya
başka bir ikame iyiliğin nihai gaye olarak belirlendiği bir toplumda, sürekliliği olan bir uyumun ortaya çıkması
imkansızdır. Çünkü yanlış bir gayeye yönlendirilen bir yaşayış, gerçek erdemi doğurmaz. Dolayısıyla böyle
bir toplumda, uyumu meydana getiren yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği gerçekleşmez veya belli süre ve
durumlarla kayıtlı olarak gerçekleşir.
Fârâbî, erdemli toplumun ayırt edici özelliği olan uyumu, görüş ve davranışların bir tecanüsü olarak
28 Fârâbî, Kitabu’l-Mille, s. 64-65
64