Page 60 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 60
tarih çevresi
Acaba tabii varlıkta, bahsedilen esaslar üzerinde cereyan eden adalet, iradi varlık dünyasında, yani seçme
hürriyetine sahip olan insanda ve onun tesis ettiği toplumda nasıl ortaya çıkmaktadır? Bu soruyu Fârâbî’nin
insan ve toplum tasavvurlarını kısaca ele alarak cavaplandırmaya geçmeden önce, şunu peşinen ifade edelim
ki, filozofumuza göre, tabiatta var olan bu düzen, insan tarafından taklit edilmesi gereken en mükemmel örneği
teşkil etmektedir. Zira bu düzen, İlk İlke’nin doğal bir etkisi olarak, birliğin ve akla uygunluğun en yetkin
formunu temsil etmektedir. Şu halde, hem birey olarak insanın kendisinde, hem de bütün olarak toplumda,
tabiattaki düzenin iradeye dayalı olarak tesis edilmesi tam bir birlik ve akla uygunluk durumunu ortaya çıkaracak
ve bu da, adil insanı ve adil toplumu doğuracaktır. Fârâbî’nin görüşüne göre, şunu söylemek mümkündür ki,
adalet, erdemli insanda ve onun oluşturduğu erdemli toplumda, doğadakine benzer bir tarzda, nerdeyse tabii
ve zorunlu olarak tezahür eder. Fârâbî’nin, “nefsini dizginleyen (ez-zabit)” kişi ile “erdemli (el-fazıl)” kişi
arasında gördüğü farktan bu anlamı çıkarabiliriz. Şöyle ki, nefsini dizginleyen kişide ruh bütünlüğü tam olarak
gerçekleşmediği için, o, iyi fiilleri, içselleştirerek ve bütün benliği ile tam bir yönelim içerisinde değil,
kötülüklere meyyal olan nefsani arzularını frenleyerek hayata geçirir ve böyle bir kayıtla faziletli olur. Bu
nedenle onun iyi fiilleri yapması, bir iç çatışmaya ve bir acıya neden olur. Erdemli kişi ise, tam bir ruh bütünlüğü
içerisinde, içindeki arzu ve isteğin de yönelik olduğu fiili, hiçbir acı çekmeden, zevkle ve bir bakıma doğasının
gereği olarak yapar13. Bunun nedeni, tabiatta var olan birliğin ve akliliğin bir bakıma insan nefsinde
gerçekleştirilmiş olmasıdır.
İNSAN
Fârâbî, yukarda temas ettiğimiz teleolojik yaklaşım doğrultusunda, insanın psiko-fizyolojik yapısını
ele alır ve bütün olarak evrende gördüğümüz uyum bağlılık ve düzenin, mikro düzeyde, burada da var olduğunu
söyler. Tanrıdan feyezan eden varlık, burada da belli bir bütünlük, inayet, adalet ve bilgelik doğrultusunda,
mümkün olan en uygun organik yapı olarak tezahür eder ve tabiatın en üstün varlığı olarak insanı meydana
getirir. Genel olarak evrende cari olan işleyiş düzeni ve varoluş kuralları, canlı tabiatın diğer varlıklarında
olduğu gibi, tabiat varlığı olarak insanda da geçerliliğini sürdürür. İnsan bedeni, belli bir sıradüzeni içerisinde,
değişik fonksiyonları, farklı güç ve yetenekleri olan belirli sayıdaki farklı parçalardan, yani organlardan oluşur.
Bedeni oluşturan parçaların her biri doğal yatkınlık ve yeteneğine göre, öncelikle kendi işini en iyi şekilde
yerine getirirken, bir taraftan da, diğer organlarla belli bir iş bölümü, yardımlaşma ve dayanışma içerisinde,
bütün olarak bedenin varlığına hizmet eder ve böylece onun gayesinin bir parçası olur. İnsan bedeni, tıpkı
evrenin bütününde olduğu gibi, altta olanın üstte olana hizmet ettiği ve üstte olanın altta olanı yönettiği,
mertebeli bir yapı arz eder. Böylece organların ve tabii güçlerin arz ettiği çokluk, birliği, bütünlüğü ve düzeni
olan muntazam bir yapıya dönüşür14. Bu, evrensel uyum, bağlılık ve düzenin, insan bedenindeki tezahürünü ve
bir bakıma insan bedenindeki adil yapıyı ifade eder.
12 Fârâbî, Ârâu Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla, s. 146; Fârâbî, Kitabu’l-Mille, s. 45, nşr., M. Mehdi, Beyrur 1986
13 Bkz., Fârâbî, Fusulu’l-Medeni, s. 112, nşr., D. M. Dunlop, Cambridge 1961
14 Bkz., Fârâbî, Ârâu Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla, s. 120
59