Page 24 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 24
tarih çevresi
oluşun dışında olmakla birlikte, onu bir İlk-neden olarak belirleyen ve tüm varlığın arkasında duran statik bir
güçtür. İkbal, böyle bir yaklaşımı, Tanrı’yı eylemsiz, hareketsiz ve mutlak bir hiçliğe düşürdüğü iddasıyla
reddeder. Ona göre oluş, neden ve sonuç ilişkisinin ayrılmaz bir şekilde birbirine tutuşturduğu, katı bir
mekanizm içinde gelişen bir yapı değil, Tanrı’nın her an tahmin edilemeyen ve belirlenemeyen bir
tezahürüdür36. Tanrı için değişim, O’nu eksikliğe ve muhtaç olana kesinlikle indirgemez. Çünkü Zat-ı İlahî’de
değişiklik olduğunu kabul etmek, mükemmellikten eksikliğe ve eksiklikten mükemmelliğe bir hareketin O’nda
var olduğunu düşünmemektir. O’nun değişimi, kendi açılımıdır. Öyle ki bu açılım, kendisine ne “yorgunluğun
dokunduğu” ve ne de “uyku ve uyuşukluğun” arız olduğu, sonsuz bir zaman içinde gerçekleştiğinden dolayı,
herhangi bir değişim ve durumun bir dizisi anlamına gelmez37. “Mutlak Hakikat’in hayatı” diyor İkbal,
“ulaşılacak bir idealin peşine düşme değil, ortaya çıkışı ve yayılışıdır. İnsanın “henüz değil” sözü, bir şeyin
peşinden koşmak belki de başarısızlık ve eksiklik demektir. Ama, Cenab-ı Hakk’ın “henüz değil” sözü, O’nun,
bütün bu faaliyetler sırasında varlığının sonsuz yaratıcı imkanlarının en ufak bir değişiklik ve sarsıntıya
uğramadan gerçekleşmesidir”.38 Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için İkbal’in zaman, mekan ve hareket
kavramlarından ne anladığını burada ana hatlarıyla irdelemek yerinde olacaktır.
Zaman, mekan ve hareket, Pre-Sokratik filozoflardan günümüze pek çok düşünürün varlığa dair
açıklamalarında en merkezi konuların başında gelmiştir. İkbal, özellikle Elealı Zenon’dan Eş’arilere
Newton’dan Einstein’e ve Bergson’a kadar farklı düşünür ve ekolün bu konularla ilgili değerlendirmelerinden
hareket ederek, kendine özgü bir zaman-mekan-hareket anlayışı geliştirmiştir. Mutlak Hakikat’in ruhanî ve
manevî bir mahiyete sahip olduğunu ve doğanın, Zat-ı İlahi’nin bir açılımı olduğunu kabul eden İkbal, doğanın
var oluş kategorileri kabul edilen zaman, mekan ve hareketin dolayısıyla maddenin tek başına var, statik ve
değişmez bir karakter arzettiğini reddeder. Mesela o, Greklerin dairevi hareket anlayışını kusurlu bulmaktadır.
Eğer hareketin kendisi dairevi olarak kabul edilirse yaratıcı olmaktan çıkar. Sürekli ric’at sürekli yaratılış
değildir, sürekli tekerrürdür39. Oysa modern fizik bilminin verileri, doğanın parçalanamayan ve bölünme kabul
etmez ve hep kendisiyla aynı kalan en son unsurlardan oluşmadığını, tam tersine, bu en son unsurların ya da
atomun parçacık değil, hareketten ve elektrikten ibaret olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla doğa ya da
evren, bir madde yığını değil bir eylemler kompleksi; oluş halindeki her bir şeyin değil her bir fiilin, birbiriyle
uyumlu organik bir bütünlüğüdür40. İkbal, Einstein’in izafiyet teorisinden hareketle, zaman, mekan ve hareketin
mutlak objektif gerçekliğini reddederek, bütün bunların, idrak edenin konumuyla doğru orantlı olduğunu ifade
eder, yani bunların tamamı rölatiftir. İdrak eden varlık ise, sonlu her bir beni içinde barındıran Sonsuz Ben’dir.
Bu anlamda zaman, mekan ve hareket sonsuz, bölünmez bir yapı arzetmektedir. Bir başka ifadeyle,Tanrı kendini
sonsuz bir zaman, sonsuz bir mekan ve sonsuz hareket içinde dışa vurur. İkbal, sıradan gözlemlerimizin, bilişsel
imkan ve donanımlarımızın, hatta tabii bilimlerin kendince ortaya koydukları sonuçların, zaman, mekan ve
36 Dini Düşünce, s. 76
37 Dini Düşünce, s. 88-89
38 Dini Düşünce, s. 89
39 Dini Düşünce, s. 193-194
40 Dini Düşünce, s. 77-78
23