Page 26 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 26
tarih çevresi
Bu dünyanın çoğu o dünyada azdır”46
Tanrı-evren ilişkisi ya da Tanrı’nın evreni nasıl ve ne şekilde var ettiği sorusu, düşünce tarihinin en
temel konularından birsi olmuştur. Evreni şekilsiz bir yığın (khaos) olarak gören ve Tanrı’yı bu yığına dışarıdan
sadece şekil verip düzenleyen (kosmosa dönüştüren) Grekçi yaklaşım ile evreni, Tanrı’nın bir yansıması, hayal
ve düşten ibaret sayan Budist ve Brahmancı yaklaşımlar İkbal tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Hatta o, İslam
teolojisinin ısrarla üzerinde durduğu evrenin yoktan veya yokluktan yaratıldığı tezini de sağlıklı bulmamıştır.
Bütün bunlar, Tanrı’yı şekilsiz bir madde üzerinde çalışan bir işci, ya da cansız ve duygusuz bir yığınla organik
olmayan bir ilişki yaşayan varlık konumuna düşürür. Ona göre böyle bir yaklaşım, evrenin biricik kaynağı
olan Yaratıcı Güç ile kainat ve madde ile ruh arasında aşılması mümkün olmayan uçurumlar meydana getirmiş
ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini minimize etmiştir.
İkbal’e göre hakikat, bir ruhtur, bu da “benlik”ten başka bir şey değildir. Hayat denilen şey, Mutlak
Benliğin kişiliğinin, sonlu benler şeklinde tezahür etmesidir47. Hayat ya da oluş, Tanrı’nın önceden belirlenmiş
olanı, yeri ve zamanı geldiğinde açığa çıkarması değil, belirlenemeyen ve her an tahmin edilemeyen bir
tezahürdür. Bu, aynı zamanda Tanrı’nın aşkınlığını reddetmeksizin, O’nun evrenle organik bir bütünlük
oluşturduğunu gösterir. Tanrı, eğer gerçek bir hayata sahipse, ki öyledir, yaşamak, belirli bir şekil ve niteliğe,
var olan ve duyulabilen bir kişiliğe sahip olmaktır. Bu da, Sonuz Olan’ın kendini sonluda açmasından başka
bir şey değildir48. Evrenin, hayatın ve sonlu benler şeklindeki bir var oluşun, Tanrı’nın kendini açması anlamında
bir yaratımı olduğunu söylemek, hilkatin bir sınırlandırma içinde akıp gittiğini kabul etmek anlamına gelir.
Çünkü, hayatı bir zat ve benlik olarak kabul etmek, bunun bitimliliği ve geçiciliğinden doğan bütün eksiklikleri
de kabul etmektir. Ancak, değişen, gelişen ve dinamik bir yapı arzeden evrenin bu durumu, Mutlak Ben’in
mahiyetinin değişmesi anlamına gelmez. Burada bir konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir; o da
Tanrı’nın yetkinliği ve ferdiyeti meselesidir.
Teizmde ve klasik metafizikte yetkinlik bilfiil olma anlamındadır. Tanrı sözkonusu olduğunda, O’nda
bir imkanın bulunması ya da O’nun bir şeye bilkuvve sahip olması yetkinliğini zedeler. Aynı zamanda oluşun
ve evrenin olumlu ve olumsuz anlamda Tanrı’nın yetkinliğine ve varlığına hiç bir katkısı yoktur. Dolayısıyla
Tanrı mahiyeti ve sıfatları itibariyle hep aynı kalan ve hep yetkin olandır. İkbal, klasik anlamda bir sıfatullah
tartışmasına girmeksizin, Allah’ın zatı ve sıfatlarının aynı olduğunu belirtir. Zaten Tanrı ve evrenin organik
bir bütünlük olduğunu iddia etmek, düşünceyi zorunlu olarak böyle bir sonuca götürecektir. Burada asıl
problem, bu şekildeki organik bir yapıda, oluşun yani her yeniliğin Tanrı’nın yetkinliğine zarar verip
vermeyeceğidir. İkbal, öncelikle bu noktada dilimizin yetersizliğinden yakınarak, “yaratıcı kabiliyette bir ilmi
açıklayacak kelimenin olmadığını”49 belirtir. “Cenab-ı Hakk’ın ilmi” diyor İkbal, “bir küllî ilimdir ki, o, Allah’ı
sürekli bir ‘şimdi’ içinde, bir belirli olaylar düzeni olarak kabul edilen bütün tarih akışından dolayı haberdar
46 Cavidname, s. 61, 64, 354. Ayrıca bkz. Jamila Khatoon, age, s. 111-128
47 Dini Düşünce, s. 102
48 Dini Düşünce, s. 123
49 Dini Düşünce, s. 110
25