Page 28 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 28

tarih çevresi

ebedîdir57.

         İkbal’de yaratma ya da oluş, Yeni Platoculuktaki sudur anlayışını çağrıştırsa da, ondan büyük oranda
farklılıklar arzeder. Bir kere Yeni Platonculukta madde, oluşun olmazsa olmaz kurucu unsurlarından biridir.
Ayrıca sudur nazariyesinde oluş, keskin bir hiyerarşi içinde cereyan etmektedir. Bu hiyerarşide her bir unsur,
birbiriyle temas ederek oluşa katılırken, İkbal’de her bir unsur (ya da ben) bir diğeriyle iç içe geçerek var oluşu
meydana getirirler ve bir benin diğerinden kesin çizglerle ayrılması mümkün değildir, çünkü onlar bir tek Ben’in
farklı şekillerdeki görünür taraflarıdır. Bu görünüm içinde aşağıdan yukarıya doğru bir derecelenme elbette
sözkonusudur, ancak bu derecelenmede bir öncekinin bir sonrakinden mahiyetçe bir farkı yoktur, yani her bir
şeyin kendine özgü ve diğerinden tamamen farklı bir yapısı yoktur. Yaratmanın en aşağısından en yükseğine
kurulan bu derecelenmede her şey Tanrı’dan kendine düşen payı elbette alır, ancak mükemmellik en çok
insanda bulunur. Onun için Mutlak Benlik, insanî düzeyde, insana şah damarından daha yakındır. Böylece
Tanrı, insanî düzeyde nisbî de olsa kemal olarak tezahür eder; bu da insanın eşya içerisinde hilkat derecesi
bakımından en üstün noktada olduğunu gösterir58. Esasen hilkat derecelenmeleri içerisinde her bir şey
kendi(beni)ni-ferdiyetini gerçekleştirerek yetkinliğini elde eder. Yani İkbal’de bir benin mesela insanın, kendi
olabilmesi için, kendi varlığından vazgeçmesi gibi klasik mistik bir yaklaşım kabul görmez. İnsan, benini
güçlendirerek oluşa katılabilir ve varlığını sürdürebilir ya da tam tersi, oluşa katılarak benliğini-ferdiyetini
kazanıp güçlendirebilir. İkbal, Hz. Muhammed’in miraç tecrübesinde, onun Mutlak Hakikat karşısında benliğini
yitirmemesini ve tekrar sonlu benler arasına dönmesini yukarıdaki düşünceleri çerçevesinde yorumlamaktadır59
“Eğer fani olmak istiyorsan benliğinden kurtul; eğer beka istiyorsan, kendini benliğinle mamur bir hale getir”60.
Aynı şekilde “sen ki benlik nuru ile parlıyorsun, bu benliği kuvvetlendirirsen ebediyete erersin”61. İkbal,
Tanrı’ya olan bir yakarışında şöyle demektedir: “Bize uykusuz göz, bitkin bir gönül ver. Gene bize civa yaratılışı
ver”62. Civa sıvı bir metal olmakla birlikte, pek çok katıdan mesela bazı metallerden daha fazla özgül ağırlığı
olan bir elementtir. O nedenle sonlu benler ya da insanın, civa gibi hem çok hareketli, hem de varlığını güçlü
bir şekilde hissettiren bir elemente benzemesi gerektiği belirtilmektedir. Böylece sonlu benler, bizzat kendi
ferdi gerçekliklerini kazanarak, Tanrı’nın açılımı olmayı hak ederler, kendi benliklerinden vaz geçerek değil.
Görüldüğü gibi evren gerçekliğini, Tanrı’nın dışında değil, bizzat O’nun hayatında almaktadır. İkbal, bu
düşüncesiyle klasik teist anlayıştan ayrılmakta, büyük oranda İmamı Rabbanî’nin vahdet-i şühûd düşüncesine
yakınlaşmaktadır63.

         Evrenin bir olaylar ve eylemler bütünü olduğunu kabul eden İkbal, bu eylemlerin düzensizlik ve
başıboşluk içinde cereyan etmediğini de ısrarla vurgulamaktadır. Allah’ın yaratmasında bir teleolojinin varlığı
57 Dini Düşünce, s. 93-94
58 Dini Düşünce, s. 103
59 Dini Düşünce, s. 162
60 İkbal, Esrar ve Rumuz, s. 53
61 İkbal, Esrar ve Rumuz, s. 61
62 İkbal, Esrar ve Rumuz, s. 69
63 İkbal’de tasavvuf düşüncesi için bkz. İsa Çelik, Muhammed İkbal’in Tasavvufi Düşüncesi, Kaknüs Yayınları, İstanbul

  2004

                                                               27
   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33