Page 19 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 19

tarih çevresi

Rabbanî gibi mutasavvıflar dikkat çekmektedir. Özellikle Mevlana her konuda İkbal’i etkilemiş görünmektedir.
Ona göre Mevlana, “Fars dilinde Kur’an yazmış birsidir”6. Tıpkı İbn Sina’nın Hayy b. Yekzan hikayesinde,
hakikatin elde edilmesinde Cebrail’in kendisine rehberlik etmesi gibi, Cavidname’de de Mevlana, İkbale,
hakikati bulma yolunda kılavuzluk etmekte ve birçok müşkilin çözümünde ona yardımcı olmaktadır. Batı
dünyasından etkilendiği düşünürler arasında Bergson, Whitehead, Nietzsche ve fizikçi Einstein başta
gelmektedir. Onun, İslam dışı düşünce sistemlerinden ve müslüman olmayan pekçok düşünürden etkilenmiş
olması, onlarla aynı sonuçlara vardığını göstermez7. Bununla birlikte o, İslam dışı düşünce sistemlerinden kendi
felsefesine uygun olanı, kelimenin tam anlamıyla ictihadî bir yöntemle Kur’anî olana dönüştürmüştür. Bu
dönüştürme faaliyeti, modern zamanlardaki düşünürler için daha çok geçerli iken, Grek ve İslam felesefesinin
topyekün varlığa dair görüşleri İkbal tarafından yanlış bulunup reddedilmiştir. Ona göre “Grek felsefesi,
müslüman düşünürlerin görüş açılarını bir hayli genişletmesine rağmen, genellikle onların Kur’an ile ilgili
görüşlerini karartmıştır”8. Kaldı ki, Grek felsefesi ve onun devamı niteliğindeki görüşler varlığı tek bir cepheden
ele almaktadırlar, oysa varlık tüm yönleriyle bütüncül bir açıdan anlamlandırılmalıdır, ki bu, aynı zamada
Kur’an’ın emrettiği idrak biçimidir9. Kur’anî idrak tarzı, elle tutulur gözle görülür gerçeklere ağırlık veren bir
ruh taşır, hayal ve faraziyelerle uğraşmaz, bu durum İslam ilim ve hikmetinin de yönünü tayin etmektedir10.
Kur’an’ın, insanın nazarını somut gerçekliklere yöneltmesindeki ısrarı, Mutlak Hakikat’in oluş içinde aranması
gerektiğine dair düşüncedir. Yoksa salt Mutlak olana yönelik bir teemmül, O’nu idrakten acizdir. Çünkü, Mutlak
olan, oluş düzeyinde ve müşahhas gerçekliklerde kendini izhar eder. Kur’an’ın asıl amacı da, insanın bakışını
somut ve değişim içinde olana teksif ederek, Allah ve evren ile ilgili yüksek bir şuur oluşturmaktır11. Evren
ancak düşünülebilir, oysa Tanrı ancak sevilebilir.

         Muhammed İkbal’in felsefesinin ana karakteri dinamizm ve değişimdir. Esasen değişmeyen ile değişen,
varlık ile var olan ya da bir ile çok arasındaki ilişkinin nasıllığı, felsefenin kadim problemlerinden biridir.
Bundan dolayıdır ki, teizm, deizm, panteizm, panenteizm gibi Tanrı-evren ilişkisine dair birbirinden farklı pek
çok tasavvur geliştirilmiştir. İkbal, bizzat Kur’an’dan hareketle dinamik ve organik bir Tanrı ve evren anlayışını
felsefesinin merkezine yerleştirmiş, değişim ve gelişimi benimseyen yaklaşımlara tutkulu bir şekilde bağlanmış,
oluşu yadsıyan yaklaşımları ise şiddetle eleştirmiştir. O, bir şiirinde Platon hakkında “Hissedilmeyen şeyin o
kadar büyüsüne kapıldı ki; eline, gözüne, kulağına zerre kadar kıymet vermedi...Onun ceylanı salınıp
dolaşmaktan mahrumdur. Kekliğine yürüyüş lezzeti haramdır”12 diyerek oluşu önemsememesini kınamaktadır.
Bir başka rubaisinde ise, “Bizim kuşumuz tuzağa düşmüştür; artık onun kanatlarına uçmak haramdır,

6 Muhammed İkbal, Esrar ve Rumuz, (çev. Ali Nihad Tarlan), İstanbul 1964, s. 22
7 İkbal’in felsefesinin şekillenmesinde en önemli etki kaynaklarından bir de Whitehead olmasına rağmen, İkbal bir çok
 konuda ondan ayrı düşünebilmiştir. Bu konuyla ilgili bkz. Mehmet Aydın, “Süreç Felsefesi Işığında Tanrı-Alem İlişkisi”,
 A.Ü.İ.F. Dergisi, c. XXVII, Ankara 1985, s. 31-87
8 Dini Düşünce, s. 19
9 Dini Düşünce, s. 19-20
10 Dini Düşünce, s. 176, 180
11 Dini Düşünce, s. 25, 224
12 İkbal, Esrar ve Rumuz, s. 38

                                                               18
   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24