Page 23 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 23

tarih çevresi

sürdürmesi fıtratı icabıdır31. “Yaşamak ise belirli bir şekil ve niteliğe, var olan ve duyulabilen bir kişiliğe sahip
olmak demektir”32. Var olan ve duyulabilen ise topyekün evrendir. Dolayısıyla Tanrı’nın kendini evren ile (ya
da evren olarak) açması, O’nun varlığının sonsuz zenginliklerini belli etmesidir. Bu noktada evren, Tanrı’nın,
Tanrı da evrenin “diğeri” değildir. Çünkü düşünce ve eylem bir başka ifadeyle Tanrı’nın ilim ve yaratma fiili
aynı anlamı taşır. Bir şeyin anlaşılıp bilinmesi için, diğerinin varlığının gerekli olduğu da kabul edilemez.
Çünkü bir şeyin varlığının olumlanması ya da olumlu bir kavramın oluşması için olumsuzların hiçbir faydası
yoktur33.

         Evrenin, Tanrı’nın bir tezahürü olduğunun kabulü, Tanrı’nın tamamıyla aşkın, evrenin büsbütün
ötesinde ve dışında olduğu yolundaki görüşleri geçersiz kılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında İkbal, Aristotelesçi
bir Tanrı anlayışını ve İslam düşünce geleneğinde onun görüşleri etrafında şekillenen Tanrı-evren telakkilerini
ciddi biçimde eleştirmiştir. Ona göre, Aristoteles’in Hareket Etmeyen Hareket Ettirici varlığı, Tanrı’yı
tamamıyla mekanizme mahkum etmiştir. İslam düşüncesi içerisinde de mesela İbn Hazm, Tanrı’nın
mükemmelliği ve aşkınlığına fazlaca vurgu yapmak amacıyla, O’nun, hayatın biricik kaynağı oluşunu gözden
kaçırmıştır.34 İkbal’in Tanrı tasavvuru dikkate alındığında, şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, İslam düşünce
geleneği içinde hatırı sayılır bir yapı, Tanrı’nın mutlak aşkınlığı üzerine vurgu yapmakla O’nun ferdiyetini ve
yaratıcı etkinliğini nerdeyse ortadan kaldırmıştır. Tanrı’nın, var ettiği şeylerden tamamen ayrı olduğu
(muhalefetün lihavadis) ve varlığını ve devamlılığını evreni dışta bırakacak şekilde gerçekleştirdiği (kıyam
binefsihi) fikri, dinamik, hep etkin, insana şah damarından daha yakın Tanrı anlayışını kelimenin en hafif
ifadesiyle zedelemiş, Tanrı’yı, kendine yabancı olan bir evrene tamamen dışarıdan bakan bir varlığa
dönüştürmüş ve Kur’an’da dile gelen Tanrı’yı bir “makine Tanrı (deus ex machina)” ve “emekliye ayrılmış-
etkisiz Tanrı (deus otiosus)”ya benzetmiştir.

         “O dedi ki: Mevcud görünmek isteyendir,
         Çünkü vücudun tekazalarından, aşikar olmaktır
         Yaşamak, kendini Ben ile süslemektir,
         Kendi varlığı için bir şehadet istemektir”35.

         Aristotelesçi ve onun etkileri altına gelişen bir Tanrı tasavvuru, cismin veya daha genel bir ifadeyle
evrenin kurucu dinamiklerinden hareketle, Tanrı ve evrenin birbirlerinden farklı değerlendirilmesi gerektiği
sonucuna varmıştır. Çok fazla ayrıntıya girmeden ifade edilecek olunursa, bu tasavvura göre evren (en azından
yeryüzü), zaman ve mekan boyutlarıyla var olan, değişebilir olana tekabül etmektedir. Oysa Tanrı, bütün
bunlardan uzaktır, yani evrenin sahip olduğu dinamikler ve imkanlar Tanrı’ya yüklenemez. Bu nedenle Tanrı,

31 Dini Düşünce, s. 121; İkbal’in Tanrı anlayışı için bkz. Mehmet Aydın, “Muhammed İkbal’in Din Felsefesinde “Uluhiyet”
  Kavramı”, A.Ü.İ.F. Dergisi, Ankara 1980, s. 199-209; İbrahim Kaplan, “Muhammed İkbal’in Tevhid Yorumu: Tevhid İnan-
  cının Dinamik Yapısı”, Fırat Ü.İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12:1, Elazığ 2007, s. 83-101

32 Dini Düşünce, s. 123
33 Dini Düşünce, s. 110
34 Dini Düşünce, s. 88
35 Cavidname, s. 88

                                                               22
   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28