Page 27 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 27
tarih çevresi
kılan bir tek bölünmez idrak fiilidir”50. Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için İkbal’in şu sözlerini de burada
zikretmek yerinde olacaktır. Ona göre “niteliği organik bir birlik olan İlahî Zat’ın yaratılış hayatında geleceğin
varlığı zaten vardır. Ama, uzun bir müddet önce planı çizilmiş bir olaylar zinciri gibi değil, belirsiz bir imkan
olarak”51. Gelecek ifadesinin sonlu bir kategori olduğunu akıldan çıkarmamak kaydıyla, aslında Tanrı için
gelecek, sonsuzluk içinde her bir benin oluşa katıldığı andır. İkbal’in düşüncesinde evrenin, Tanrı’nın bir diğeri
olmadığı ve Tanrı’nın evrene tamamıyla dışarıdan bakan bir varlık konumunda bulunmadığını hatırda tutarak
söyleyebiliriz ki, yaratılışın “belirsiz bir imkan” ve “ani ve önceden tahmin edilemeyen”52 olması, sonlu benler
için sözkonusudur, Tanrı için değil. Zaman, çizilmiş olan değil çizilmekte olan bir çizgidir ve çizilmekte olanda
olacak ve olmayacak imkanlar gizlidir53. Zamanın belirsizliğe doğru akması, oluş halindeki varlıklar için
geçerlidir, yoksa Tanrı için belirsiz bir gelecek asla yoktur. Sonlu benlerin Sonsuz Ben’de zuhuru aynı zamanda
Mutlak Zat’ın özgürlüğüne bir sınır koymaktır. Ancak bu sınır İkbal’e göre dışarıdan değil bizzat O’nun yaratıcı
özgürlüğünden kaynaklanmaktadır. Çünkü Tanrı, bu sınırlandırma ile sonlu olanların kendi hayatında rol
oynamalarını istemiştir54. Ya da şöyle ifade edebiliriz, tabiat ve gayr-i zat, Cenab-ı Hakk’ın hayatında geçici
bir andır; aynı zamanda tabiat, bizim geçmişimizin bu günkü aşamasında Zat’ın yaratıcı faaliyetinde yaptığımız
değişiklikten ibarettir ki, bu da sünnetullahtır55. Bütün bunlardan sonra şunu ifade edebiliriz ki, oluş, Tanrı’nın
yetkinliğine bizatihi bir şey katmamakla birlikte katılmaktadır. Aynı şekilde Tanrı, yarattığı her bir şeyle, kendi
yetkinliğini yine kendisi aşmaktadır şeklinde düşünülebilir56. Aslında İkbal’in konuyla ilgili ifadelerine
baktığımızda, bir sıkıntının olduğu hemen göze çarpmaktadır. Bu sıkıntı, dilsel yetersizlikten kaynaklandığı
gibi, meselenin daha ayrıntılı tartışılmamasından da doğmaktadır.
Tanrı’nın ferdiyeti konusunda İkbal asla taviz vermez. Aslında hem Tanrı’nın, hem de O’nun müşahede
edilen tarafı olan sonlu benlerin bir ferd olduğu İkbal tarafından sık sık dile getirilmektedir. Ona göre, “Allah,
göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal
bir fanus içindedir; o fanus da sanki bir inciye benzer yıldız gibidir...(Nur, 35)” ayeti Allah’ın ferdiyetine işaret
emektedir. Her ne kadar ayetin ilk cümlesi insana ferdi bir Allah mefhumundan kaçma intibaı verse de, sonraki
semboller bunun tersi bir anlamı ortaya koymaktadır. Çünkü nur-ışık önce bir kandil içinde fertleştirilmiş, daha
sonra da somut bir şey olan yıldız şeklinde tasvir edilmiştir. Kaldı ki, hareket sistemleri ne olursa olsun modern
fizik bilmine göre, ışık hızını geçen hiç bir şey yoktur; dolayısıyla Kur’an’ın bu benzetmesi gayet isabetlidir.
Ayrıca bu benzetme Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu değil, O’nun mutlak varlığını ve ferdiyetini
göstermektedir. İkbale göre, Allah’ın sonsuzluğu zamanî ve mekanî olmadığı için, O’nun ferdiyeti de ezelî ve
50 Dini Düşünce, s. 110
51 Dini Düşünce, s. 111
52 Dini Düşünce, s. 112
53 Dini Düşünce, s. 82
54 Dini Düşünce, s. 112
55 Dini Düşünce, s. 83-84
56 Konuyla iligili ayrıntılı bir tartışma için bkz., Mehmet Aydın, “Süreç Felsefesi Işığında Tanrı-Alem İlişkisi”,
s.60 vd.
26