Page 29 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 29
tarih çevresi
sözkonusu olmakla birlikte, amaç ve gaye Tanrı’nın yapıp-etmesini bir neden olarak asla determine edemez.
Çünkü amacın bir neden olarak düşünülmesi, evrendeki işleyişi bir mekanizme dönüştürür. Esasen evrenin
veya hayatın neden-sonuç ilişkisi içinde algılanması, insanın var oluşuna özgü bir durumdur. Çünkü insan
karışık bir çevrede yaşamak zorundadır. Oysa, kendisini çevreleyen eşyanın davranışına oranla ona bir çeşit
teminat teşkil edecek bir sisteme bağlanmadan hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Bu bakımdan, çevreyi
bir neden-sonuç sistemi olarak görmek insan için vazgeçilmez bir zorunluluktur. Doğayı böyle izah etmek
yoluyla ego ya da benlik kendi çevresini anlayıp tasarrufu altına alır ve bu şekilde hürriyetini elde eder64.
Dolayısıyla gerçek anlamda evrende bir neden-sonuş ilişkisi ya da teleoloji yoktur, onun kabulu insanın pratik
amaçları içindir. İkbal’e göre şu anlamda bir teleoloji sözkonusudur: “Hedef edinerek hareket ettiğimiz çok
uzak bir amaç gerçekte yoktur. Ancak hayat süreci değiştikçe, yeni gayelerin, maksatların ve ideal değer
ölçülerinin gelişmiş bir şekil alışı vardır. İçinde bulunduğumuz durumdan çıkmakla olmak istediğimiz hale
geliriz”65. Burada kozmolojik olanla antropolojik olanın ayırt edilmediğine dikkat etmek gerekir.
İkbal’e göre bir amacı, evrenin oluşuna bağlamak, onu orjinal yeteneğinden ve yaratıcı gücünden
mahrum etmek olur. Çünkü evren, sürekli olmakta olan, değişen, dinamik ve organik bir yapıdır. Önceden
tasarlanmış ve bir plan dahilinde, yeri ve zamanı gelince açığa çıkan bir evren anlayışı İkbal’e göre, Kur’an’a
en yabancı anlayıştır. Çünkü Kur’an, evrenin daima değişen ve genişleyen bir durumda var olduğunu
belirtmektedir. “Bu gelişme halinde olan evrendir, yüzyıllar önce tamamlanıp Yaratan’ın elinden çıkmış, şimdi
de, zamanın hiç dokunmadığı ve kendisi de hiç olan ölü bir madde kütlesi halinde mekan içinde uzayıp giden
bir eser değildir”66. Buna göre evren, henüz tamamlanmamış, olmakta olandır. Evrenin geleceği tamamen
tahakkuk etmemiştir, o, Tanrı’da bir imkanlar bütünü olarak içerilmektedir. Bir başka ifadeyle Tanrı, evren
hakkında henüz son sözünü söylememiştir.
Sonuç olarak, evren sürmekte olan İlahî bir yaratımdır; o kaynağını, oluşunu ve devamlılığını Allah’ın
yaratcı iradesi ve bilinçli amacında bulur. Evren cansız, statik değil, dinamik ve hep gelişen bir organizmadır,
Müşahede Edilmeyen Hakikat’in müşahede edilen tarafı, O’nun nesneleşmesi ve açığa çıkmasıdır. Evren,
Tanrı’dan koparılarak anlaşılamaz, çünkü o, Allah’ın davranışıdır. Bu davranış ise süreklilik arzetmektedir.
İşte hakikat arayışı bu sürekliliğe insanın bütün benliğiyle katılmasıyla mümkündür. İnsan hep yolda olarak,
hep arayarak O’nu bulabilir ve kendini O’nunla bütünleştirebilir; “kıvrıla kıvrıla uzayıp giden yol, menzilden
daha güzeldir”67. Mevlana’nın dediği gibi “satrançta piyon, seyahat ile vezir olur”.
“Allah: Cihanı ben aynı su ve çamurdan yarattım
Sense ortaya, İran, Tatar ve Zenci çıkardın
Ben topraktan saf, halis demir halkeylemiştim.
Sense kılıç yarattın, ok ve tüfenk yarattın.
64 Dini Düşünce, s. 149
65 Dini Düşünce, s. 81
66 Dini Düşünce, s. 82, 176
67 Muhammed İkbal, Şarktan Haber, s. 31
28