Page 20 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 20

tarih çevresi

zannediyorsun. Can, ten içinde olduğu için canın manası daha yüksek ve daha mümtazdır. Hem de hançerimizin
biley taşıdır”13 demektedir. Bilindiği gibi İslam felsefesi ve tasavvuf düşüncesinde ruhun, bedene düştüğü ve
hapsedildiği, onun kutuluşunun bedensel ve daha genel anlamda dünyevi olandan uzaklaşmakla mümkün
olacağı teması güçlü bir şekilde ele alınmaktadır ve bu durum, “kuşun kafese hapsolması” sembolü ile ifade
edilmektedir. Nitekim bu konuyla ilgili İbn Sina’nın, Ahmed Gazalî’nin, Necmi Daye’nin “Kuşlar Risalesi”
adlı eserleri vardır14. İkbal yukarıdaki rubaisi ile bu düşünceye karşı çıkarak var olanın hakikate ulaşmada ne
kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Düşünür, bu düşüncesine o kadar sadıktır ki, hem İslam düşüncesi
hem de Batı düşüncesinde, bu görüşle uzlaşmayan her bir fikri aşağılamaktadır. O, her alandaki katı
muhafazakârlığa adeta isyan eder:

         “Ben bir deryayım, dalgalanmamak benim için hatadır,
         Benim derinliklerimi bilen nerededir
         ...............
         Eski zaman pirlerinden ümidimi kestim,
         Gelecek günlerden bahsedeceğim”15
         “Geçmiş zamanlara göz bağlamış,
         Sönmüş ateşten kalbini yakıyor.
         El ve ayağındaki bağlar hep ondan geliyor,
         Ondan geliyor netice vermeyen feryadım.
         Kendini kendinden uzaklaştırmış,
         Eski örneklerden bir hapishane yapmıştır”16.

         İlk ilke ya da Tanrı düşüncesi bütün dinler ve felsefi sistemlerin merkezi konusu olmuştur. Din ve
felsefi sistemler nasıl bir Tanrı tasavvuruna sahiplerse, ona uygun düşen bir evren, insan, bilgi, değer, toplum,
sanat vs. anlayışı geliştirmişlerdir. Bu nedenle, herhengi bir varlık alanına dair yapılacak derin bir araştırma
veya arzulanan yüksek bir şuur düzeyi, o alanın dayandığı Tanrı tasavvurundan hareketle ortaya konulabilir.
Bu, İkbal için de geçerlidir. Her ne kadar İkbal, salt Tanrı’ya dair bir spekülasyonu değersiz ve anlamsız bulsa
da, Tanrı’nın varlığı ve etkilerini var olanın organik bütünlüğünde aramamız gerektiğini söyler.

         İkbal, Tanrı ile ilgili görüşlerine skolastik felsefenin Tanrı’nın varlığına dair öne sürdüğü üç delili,
kozmolojik, teleolojik ve ontolojik delilleri eleştirerek başlar. Ona göre, bu deliller her ne kadar mantıksal
olarak yanlış ve saçma olsa da, Zat-ı Mulak’ı aramak hususunda bir fikir hareketi ortaya koymuştur17. Bu
delillerden ilki olan kozmolojik delilin pek çok çeşidi olsa da18, İkbal sadece neden-sonuç ilişkisi bakımından

13 Muhammed İkbal, Şarktan Haber, (çev.Ali Nihad Tarlan), İstanbul 1963, s. 35
14 Bkz.İslam Felsefesinde Sembolik Hikayeler, (çeviri ve derleme: Derya Örs), İnsan Yayınları, İstanbul 1997
15 Cavidname, s. 75
16 Cavidname, s. 347
17 Dini Düşünce, s. 49
18 Bu delilin çeşitli şekilleri hakkında ayrıntılı bir bilgi için bkz. Mehmet Aydın, Din Felsefesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Ya-

  yınları, İzmir 1987, s. 31 vd.; İsmail Çetin, İman ve İnkarın Felsefi Temelleri, Emin Yayınları, Bursa 2010, s. 72 vd.

                                                               19
   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24   25