Page 16 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 16
tarih çevresi
olmayan bilgilerine (mugayyebât) ulaşmayı mümkün kılan şeyler verilmiştir. Uzun zaman önce gerçekleşmiş olayların
çoğunun bilgisi kendisine verilir, o da bunları haber verir. Yine gelecekte gerçekleşecek olan olayların bilgisi kendisine
verilir; bunlarla da (insanları) uyarır”60. Gaybi bilgi mucizenin bir çeşidi olarak kabul edilmekte ve bu da geçmiş, şimdi
ve gelecekteki tekil olayların bilgisiyle ilişkilendirilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak filozof, geçmiş peygamberlerin
hayatları ile ilgili bilgilerin nebiye verilmesi, Necaşî’nin ölümü ve Rumların ileriki bir tarihte galip gelecekleri gibi
örnekleri vermektedir61.
Aynı şekilde mucizenin diğer bir çeşidi de yine vahiyle alakalıdır. Bu tür mucize “bilginin üstünlüğüyle
ilgilidir. Çünkü yetenekli (müsteid) olana, insani öğrenme ve öğretme olmaksızın bilginin en üstünü verilir.
Böylece o, Allah’ın dilediği kadarıyla, sahip olduğu insani güç oranında gerçek Tanrıyı, meleklerin tabakalarını,
yarattıklarının diğer sıfatlarını, mebde ve meâdın keyfiyetini ve bunun gibi bir çok şeyi kuşatıcı bir şekilde
bilir”62. Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki, nebinin sahip olduğu kutsi güç ile Faal Akıldan aldığı vahiy, bir
tür mucize olarak telakki edilmektedir.
Son olarak şunu ifade edebiliriz ki, İbn Sina’ya göre vahiy, nebinin hem kutsi aklı hem de muhayyile
gücü ile elde ettiği bir bilgidir. O nedenle vahiy tecrübesi, sadece hayale dayalı bir etkinlik olmayıp, daha çok
kutsi aklın bir işlevi olarak değerlendirilmektedir.
Buraya kadar yapılan açıklamalarda sonra, Fârâbî ve İbn Sina’nın vahiy kuramıyla ilgili olarak şunları
söyleyebiliriz: Fârâbî’ye göre vahyin iki anlamından bahsetmek mümkündür. Bunlardan birincisi teorik aklın
bütün aşamalarını geçmiş olan insan, din dilinde vahiy meleği olan Faal Akıldan vahyi elde edebilir. Kazanılmış
akıl düzeyinde alınan bu bilgiler, gerçek felsefe, bilgiyi elde eden de filozoftur. Bu tür bilginin sosyo-politik
bir içeriğe sahip olması gerekmez. O epistemolojik karakterlidir ve bireysel bir tecrübedir. İkinci olarak akli
aşamaları başarıyla geçen insanın, muhayyile yetisi ile bilgiyi elde etmesidir ki, dini muhtevalı vahiy budur.
Bu, felsefi hakikatin yorumlanmış şekli olarak değerlendirilebilir. İbn Sina’ya göre, nebi, diğer insanların sahip
olamayacağı bir akli güce sahiptir ve bu güç ile vahyi Faal Akıldan almaktadır. Dolayısıyla insanın kabul ettiği
bilginin vahiy olmasının temel şartı, ona göre, bu güce sahip bulunmaktır. Bu güç, nebiye Tanrı tarafından
bahşedildiği için, nebinin ümmi olası anlaşılabilir bir durumdur. Nebi bu gücü ile aldığı bilgileri, sahip olduğu
konum ve görev gereği, muhayyile gücünün de işe karışmasıyla sembollerle ifade etmektedir. Her iki filozofa
göre de felsefi olan ile vahye dayanan din, bir ve aynı hakikati farklı üsluplarla dile getirmektedirler. Yine her
iki filozofa göre, gerek filozofun gerekse nebinin epistemolojik olarak yükselebilecekleri en son nokta, Faal
Aklın makamıdır
60 İbn Sina, Risale fi’l-Fiil ve’l-İnfial ve Aksâmiha, s. 4 vd.
61 İbn Sina, Risale fi’l-Fiil ve’l-İnfial ve Aksâmiha, s. 4
62 İbn Sina, Risale fi’l-Fiil ve’l-İnfial ve Aksâmiha, s. 4. İbn Sina, “Biz ona katımızdan bir bilgi verdik (Kehf 65)”, Onu, Ruhu’l-Emin senin
kalbine indirdi (Şuara 193)”, “Sana bilmediğini öğretti (Nisa 13)”, “Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik, oysa sen kitap ve imanın ne olduğunu
bilmiyordun (Şurâ 52)”, “Yağı, neredeyse kendisine değmese dahi ışık verir (Nur 35)” gibi ayetlerle; Ruhu’l-Kuds kalbime ilham etmiştir ki, hiç kimse
rızkını tamamlamadan ölmeyecektir”, “Salih kimsenin sadık rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür”, “Bana az söz ile çok şey ifade etme (ce-
vâmiu’l-kelim) gücü verildi” şeklindeki hadisleri, nebinin bilgiyi Faal Akıldan alması ve üstün bir akıl ve muhayyile gücüne sahip olması şeklinde yo-
rumlamaktadır. Bkz. İbn Sina, Risale fi’l-Fiil ve’l-İnfial ve Aksâmiha, s.3- 4; İbn Sina’nin nübüvvet ile ilgili düşünceleri için ayrıca bkz. Ömer Mahir
Alper, age, s. 190 vd.; Fârâbî ve İbn Sina’nın vahiy anlayşlarının ayrıntılı bir analizi için bkz. Fazlurrahman, Prophecy in İslam: Philosophy and Ortho-
doxy, London 1958, s. 30 vd.
15