Page 11 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 11
tarih çevresi
eserlerinde farklı tarzlarda ele alınmaktadır. İlkinde, vahiy, felsefi hakikati de içine alacak bir tarzda
incelenirken, ikincisinde daha çok muhayyile yetisinin bir etkinliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Es-Siyase’deki
açıklamlara göre vahiy, kazanılmış akıl yoluyla, Faal Akıldan elde edilen bir bilgi olarak tanımlanmaktadır.
Teorik aklın gelişim aşamalarında da ifade edildiği gibi, maddesel akıl, Faal Akıl aracılığıyla ilk bilgileri elde
edip bilfiil akıl seviyesine, oradan da kendi gayretleriyle kazanılmış akıl mertebesine erişince, Faal Akıl ile
aracısız ilişki kurma alışkanlığını kazanmış olur. Bu noktada Faal Aklın feyezanı, münfail akla dolayısıyla da
kazanılmış akla ulaşır. “Eskilere göre böyle bir kişi, gerçekte hükümdar (melik) olup, onun vahiy almış olduğu
söylenmelidir”40. Kazanılmış akıl seviyesinde, Faal Akıdan vahyi alan insan bir filozof ve ilahi mahiyete
bürünmüş bir düşünür olarak karşımıza çıkar41.
Fârâbî’ye göre, uygun yaratılışa sahip ve entelektüel gelişimini başarıyla tamamlayan her bir insan, vahyi,
mutlak hakikatin ilahi kaynağı olan Faal Akıldan alabilmektedir. Bu nedenle vahye muhatap olan insanın,
tanrısal bir irade tarafından seçildiğini ifade etmek pek mümkün görünmemektedir. Çünkü her ne kadar, insanın
bilgilenme sürecinin tamamında Faal Aklın etkisi söz konusu ise de, eğer insan bu süreç içerisinde belirli bir
çabanın içine girmezse, böyle bir etkilenme gerçekleşmemektedir. O açıdan, vahyin alınışında iş, daha çok
insana düşmektedir. Ayrıca, Fârâbî’nin es-Siyase’deki vahiy ile ilgili açıklamaları, dini mahiyetteki vahiy ile
de pek örtüşmemektedir.O, daha çok metafiziksel bilginin elde edilmesi anlamındadır. Zaten bu tür vahyin,
kazanılmış akıl düzeyinde gerçekleşmesi ve kazanılmış aklın, maddesel akıl cinsinden kabul edilmesi de, böyle
bir bilgi akışının, entelektüel gelişimini tamamlamış, kendisini Faal Aklın aydınlatmasına açabilmiş her bir
insan için mümkün görülmesinin nedenidir denilebilir. Fârâbî de, bu türde bir vahiy alışını, önce münfail aklın
sonra da kazanılmış aklın elde edilmesiyle başarılacağını bir şart olarak ortaya koymaktadır42.
Fârâbî’ye göre insan, vahyi, her ne kadar kazanılmış akıl düzeyinde Faal Akıldan almış olsa da, nihai
noktada vahyi veren Tanrıdır. Çünkü “Faal Akıl, İlk sebebin varlığından çıkmıştır. Bunun için Faal Akıl
aracılığıyla bu insana vahyedenin İlk sebep olduğu söylenebilir”43. Dolayısıyla gerçekte insana Tanrı
vahyetmekte olup, bunu Faal Akıl aracılığıyla gerçekleştirmektedir.
Fârâbî’nin el-Medinetü’l-Fazıla’daki açıklamaları, vahyin daha çok tahayyül fiili etrafında ele alındığını
göstermektedir. Burada vahyin dini anlamının rasyonel bir izahının yapıldığını da söylemek mümkündür. Her
ne kadar, burada da, insanın vahyi alabilmesi ya da Faal Akıl ile ittisali gerçekleştirebilmesi için, tüm entelektüel
gelişimini başarmış olması bir şart olarak zikredilse de, nebinin aldığı bilginin, Faal Akıldan onun muhayyile
yetisine gelen feyezanlar olduğu ifade edilmektedir. Fârâbî bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Tabiî
istidat bilfiil akıl olan edilgin aklın maddesi, edilgin akıl kazanılmış aklın maddesi, kazanılmış akıl Faal Aklın
maddesi kılındığında ve bütün bunlar bir ve aynı şeymiş gibi ele alındığında, bu insan, kendisine Faal Aklın
indiği insan olur. Bu hal onu akılsal kuvvetinin her iki kısmında, yani nazari ve ameli kısımlarında ve muhayyile
kuvvetinde ortaya çıktığında, bu insan kendisine ‘vahiy’ gelen insan olur ve aziz ve yüce Tanrı, Faal Aklın
40 Fârâbî, es-Siyasetü’l-Medeniyye, s. 45
41 Fârâbî, İdeal Devlet, s. 106-107
42 Fârâbî, es-Siyasetü’l-Medeniyye, s. 45
43 Fârâbî, es-Siyasetü’l-Medeniyye, s. 45
10