Page 10 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 10
tarih çevresi
Fârâbî’den daha ayrıntılı bir idrak teorisi geliştiren İbn Sina, beş dış duyuya ilave olarak beş iç duyu
daha zikretmektedir ki bunlar, ortak duyu, musavvira, mütehayyile, vehim ve hafıza güçleridir. Ona göre iç
idrak yetileri içerisinde en işlevsel olan mütehayyile yetisi “hayvani nefse nisbetle hayal kurma (mütehayyile),
insani nefse nisbetle düşünme (müfekkire) olarak adlandırılır. Yeri beynin orta boşluğudur. Görevi, musavvira
gücünün koruduğu suretlerin bir kısmını başka suretlerle birleştirmek veya ayrıştırmaktır”36. Hiçbir şekilde
duyulur nesneyle karşı karşıya gelmeyen muhayyile yetisi, sadece ortak duyunun idrak ettiği ve musavvira
gücünde korunan duyulur suretler üzerinde değil, aynı zamanda kendisi ve vehim gücü tarafından idrak edilen
ve hafıza gücünde saklanan anlamlar üzerinde de etkilidir. Bu bağlamda o, herhangi bir sureti diğer bir suretle
veya bir anlamı başka bir anlamla ilişkilendirdiği gibi, suretler ve anlamlar arasında da birleştirme ve ayrıştırma
yaparak yeni idrakler gerçekleştirir. Ve bu idraklerin tamamı maddeden ayrı olup, maddesel bağıntılarından
arınmış değildir37. Fârâbî’den farklı olarak İbn Sina, muhayyile yetisinin idraklerini, kendi dışındaki iki gücün,
musavvira ve hafıza güçlerinin muhafaza ettiğini belirtir. Çünkü ona göre, “idraki gerçekleştiren yeti, idraki
koruyan yetiden farklıdır”38. Ayrıca yukarıda da ifade edildiği gibi, Fârâbî’ye göre, muhayyile yetisinin organı
kalp iken, İbn Sina’ya göre, bu yetinin organı beyindir.
Muhayyile yetisinin, duyularla olduğu gibi akılla da bir ilişkisi vardır ve bu noktada bu güce, düşünme
(müfekkire) gücü denilmektedir. İnsanın bilgi oluşturması sürecinde, sahip olduğu bütün duyusal güçler gerekli
ama yeterli değildir. Her bir duyusal güç, bilginin oluşumunda belirli bir katkı sağlamakla beraber, bu düzeydeki
bilgi tikel karakterlidir ve insanı gerçek mutluluğa götürecek düşünülürler henüz elde edilmemiştir. İşte duyulur
olanın düşünülür olana dönüştürülmesi sürecinde müfekkire gücü devreye girmektedir. Şöyle ki, müfekkire
yetisi, duyusal güçlerden elde ettiği tikel suretleri akla aktarır. Ancak bu bilgiler henüz tikel olduğu için, akıl
gücü onları olduğu şekliyle kabul edemez. Bu noktada, Faal Aklın aydınlatması neticesinde, müfekkirenin akıl
gücüne sunduğu duyusallar, düşünülür kılınır. Ayrıca aklın, Faal Akıldan kabul ettiği düşünülür suretler de,
duyulur olana dönüştürülürken, yukarıdaki işlemin tam tersi işlemektedir. Böylece gerek duyulur olanın
düşünülür olana dönüştürülmesinde ve gerekse tam tersi bir durumda, Faal Akıl, teorik akıl ve muhayyile yetisi
birlikte iş görmektedirler. Burada Fârâbî ve İbn Sina arasında önemli bir fark daha açığa çıkmaktadır. Bu da,
Fârâbî’ye göre Faal Akıl, muhayyile yetisiyle direkt ilişkiye geçebilirken, bu durum İbn Sina için geçerli
değildir. Ona göre Faal Akıl ancak kendi cevherine benzeyen bir şeyle ilişki kurabilir ki, bu da teorik akıldır39.
Buraya kadar yapılan açıklamalarda vahiy ve nübüvvet mekanizmasının unsurları ve bu unsurların işleyiş
tarzı ortaya konulmuş oldu. Bundan sonra yapılması gereken şey, bu mekanizma içerisinde dile gelen vahyin
kavramsal boyutunun, her iki filozof tarafından nasıl ele alındığının tasvir edilmesidir. Bu nedenle önce
Fârâbî’nin, sonra da İbn Sina’nın konuyla ilgili görüşleri ele alınacaktır.
Fârâbî’nin, vahyin mahiyeti ile ilgili görüşleri es-Siyasetü’l-Medeniyye ve el-Medinetü’l-Fazıla adlı
36 İbn Sina, eş-Şifa, Nefs, s. 36; en-Necat, s. 163; el-İşârât ve’t-Tenbîhât II, s. 382; el-Kerâmât ve’l-Mu’cizât ve’l-Eâcib, s. 227
37 İbn Sina, eş-Şifa, Nefs, s. 51-52; en-Necat, s. 170
38 İbn Sina, eş-Şifa, Nefs, s. 36; en-Necat, s. 163; el-Kerâmât ve’l-Mu’cizât ve’l-Eâcib, s. 227
39 İbn Sina, eş-Şifa, Nefs, s. 208 vd., en-Necat, s. 193 vd.; el-İşârât ve’t-Tenbîhât II , 393 vd.; Muhayyile yetisinin etkinliğinin ayrıntılı bir
analizi için bkz. Ali Durusoy, İbn Sina Felsefesinde İnsan ve Alemdeki Yeri, M.Ü.İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1993, s. 103 vd.
9