Page 34 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 34
tarih çevresi
“Öşür” (Arapçada oşr veya öşr) kelime anlamı bakımından 1/10 yani “onda bir” anlamında olmasına
rağmen İslâm fakihlerinin fetvaları ile toprağın verim durumuna (inbât) göre 1/8, daha verimli yerlerde 1/5
oranında alınmıştır4.
2. Haracî Topraklar
İslâm fethi sırasında gayrimüslim reaya elinde bulunan, fetihten sonra sahibi yine eski dininde kalan
ve kendisine harac uygulanan kişilere ait topraklara “haracî topraklar” denilmekteydi. Bu tür topraklara sahip
olan kişiler, miktarı genellikle 1 altın olarak düşünülen harac veya cizye (harac-ı ru’us) ödedikten sonra ekip
biçtikleri topraklarının da öşrünü ödemek zorundaydılar. Osmanlı uygulamasında “devletin gelirinin azal-
maması” temel ilke olarak kabul edildiğinden gayrimüslimlere ait bağ ve bahçeyi satın alan Müslüman kişi
kendisi Müslüman olmasına rağmen o mülke tayin olunan haracı vermek zorundaydı. “Ben Müslümanım,
harac vermem” demesi kanunname hükümleri karşısında hiçbir fayda vermiyordu.
İslâm hukukunda bu iki tür arazi için yapılan sınıflandırma dışında devlete ait toprakları kastetmek
üzere mirî arazi; kişilere ait mülkleri anlatmak üzere mülk arazi; deniz, göl veya nehir kıyısında sonradan
oluşan arazileri anlatmak üzere de mevat arazi, geliri belli bir vakfa tahsis olunmuş topraklara vakıf arazi
gibi deyimler kullanılmıştır.
Selçuklularda uygulanan “ıktâ” sistemi ülkeyi hanedan üyelerinin ortak malı sayan Türk hakimiyet
anlayışının İslâm toprak hukuku ile kaynaşması sonucu ortaya çıkmıştı. Ülkeyi hanedan üyeleri arasında
doğu-batı, güney-kuzey diye bölen anlayış büyük arazi parçalarını hanedan üyelerine ve büyük komutanlara,
hizmetlerine ve emirleri altındaki asker ile memurlarının ücretlerine karşılık olarak vermekteydi. İşte Sel-
çuklu “ıktâ” sistemini klâsik Osmanlı “timar” sisteminden ayıran en önemli şey de bu kıyas kabul etmez
büyüklük olmuştur. Selçuklular, komutanlarına emirleri altındaki askerlerin ücretlerini de hesaba katarak
büyük toprak parçalarını “ıktâ” olarak tahsis ettikleri halde Osmanlılar büyük nüfuz sahibi beyleri kendi sal-
tanatlarına rakip olarak görmüşler ve ayrıcalıksız Osmanlı timarlı sipahisini yaratmaya ve yaygınlaştırmaya
gayret etmişlerdi5.
Osmanlı Toprak Tahsisleri: Haslar, Ze’âmetler, Timarlar, Vakıf ve Mülkler
Osmanlı fethettiği topraklarda tahrir-i memleket denilen nüfus ve arazi sayımı yaptırırdı. Devlete
ait mîrî topraklar tespit edilerek ehl-i seyf denilen askerî sınıfa timar, ze’âmet veya has olarak tahsis edilirdi.
Devlet için bu iş çok önemli olduğundan bu işin başına vezir veya sancakbeyi rütbesinde il yazıcısı veya
tahrir emini denilen kişiler tayin olunurdu. İl yazıcısı yanına yeteri kadar kâtip alır, gerektiğinde o beldenin
kadısı aracılığıyla yazımda askerî kuvvet bulundururdu. Bir yerin tam olarak fethi tahrir yapılarak kesinleşmiş
olurdu. Tahrir sonucunda hazırlanan mufassal tahrir defterlerinde köy köy, mezra’a mezra’a bütün belde
4 Alınan öşür miktarı sancaktan sancağa değiştiği gibi bazen bir sancağın nahiyelerinde bile farklı uygulamalar görül-
mekteydi. Bir örnek vermek gerekirse, bugün Kadirli, Göksun, Andırın ve çevresini kapsayan Kars-ı Maraş sancağında
Çokak, Mağara, Göksun gibi ova nahiyelerinde 1/5; Haruniyye, Bayındır gibi dağlık nahiyelerde 1/8 oranında öşür alın-
maktaydı. Bkz. TD.168 (1563), Kars-ı Maraş Mufassal Tahrir Defteri, Kanunnâme. Adana sancağında ise 1/10 oranında
alınıyordu. Ayrıca bkz: Abdurrahman Vefik Sayın, Tekâlif Kavâ’idi(Osmanlı Vergi Sistemi), Haz. F. Hakan Özkan,
Ankara 1999, Maliye Bakanlığı Yay., s.16- 17; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhü’l-islâm Ebussuûd Efendi Fetvâları Işığında
16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, s. 170.
5 Ömer Lutfi Barkan, “Türkiye’de Toprak Meselesinin Tarihi Esasları”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler I,
İstanbul 1980, s. 133.
32