Page 76 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 76

tarih çevresi

öncelikle Mantık ve onunla ilgili dersler geliyordu ki bunlara Tasavvurât ve
Tasdikât deniliyordu. Tasavvurât, mantık ilminin bir nesnenin zihinde
kavranıp bilinmesiyle ilgili cins, nevi, fasıl, hassa, araz gibi beş küllî esası ve
tarif, had ve resim gibi amaçları içine alan bölümüydü. Mantık ilminin, bir
nesnenin tasavvurlarla bilinmesinden sonra esası önermeler, amacı kıyas,
burhan, cedel, şiir ve hitâbet olan kısmına ise Tasdikât deniliyordu. Mantıktan
genelde Şemsiye, Îsâgucî ve Metalî şerhleri okutuluyordu. Yükseköğretim
derslerinden biri de Maanî idi. Sözcük olarak manalar, anlamlar demektir.
Dilbilgisi terimi olarak düzgün ve yerinde söz söyleme kurallarını öğreten
Belâgat ilminin sözün hâle uygunluğundan bahseden bölümünü ifade
etmektedir. Bu ilim dalının diğer iki bölümü ise Bedî ve Beyan’dır.
Peygamberin söz ve eylemlerini anlatan Hadis, Kur’an’ın yorumu olan Tefsir
ve İslam Hukuku olan Fıkıh da yüksek tahsilin ana dersleri arasındaydı. İslam
dininin inanç esaslarını anlatan bilim dalı Akaid idi ki bu derste Celal30
okutuluyordu. Olcay, bizim burada açıklayarak naklettiğimiz dersleri saydıktan
sonra, ayrıca öğrencinin ihtiyaç duyduğu diğer derslerin de yetkili hocalar
tarafından tedris edildiğini ve on sekiz yirmi yıl süren bu eğitim sonunda
talebenin icazet alarak aynı dersleri okutma hakkını elde ettiğini belirtmektedir
(Olcay 2009: 73).

       Amasya’da icazet töreni ile ilgili uygulama, Olcay’ın gözlemlerine göre
şöyle cereyan ediyordu. İcazet alacak talebeler, Müderris tarafından
belirleniyordu. Öğrencilerin sayısı her dönemde on on beş kişiyi geçmezdi.
Bunlar kendi aralarında “icazetname töreni masrafını” karara bağlıyorlardı.
Velilerden toplanan bu parayla, törende misafirlere şerbet ikram ediliyordu.
İcazetler bir hattata yazdırılıyordu. Hoca efendiye hediye olarak en iyi
kumaştan bir takım elbise, bir cübbe ve bir çift ayakkabı alınıyordu.
İcazetname törenleri Cuma günü camide yapılıyordu. Törene hükümet erkânı,
Amasya’da bulunan bütün müderrisler ve diğer medreselerde okuyan
öğrenciler davet ediliyordu. Talebeler, mesleki kıyafetleri içinde cübbeleriyle,
güzel kadife üzerine sırma ile işlenmiş bindallı seccadeler üstüne, ağırbaşlı bir
şekilde oturuyorlardı. Mihrabın önünde de Hoca Efendi yerini alıyordu.
Önünde süslü güzel kumaşlarla örtülü bir rahle bulunur, onun üzerine de
icazetnameler konulurdu. Her icazetname sırayla okunur; gür sesli birisi
tarafından ilgili talebe çağrılır ve icazeti verilirdi. Ve bu talebe son derece saygı
ile önce hocasının, sonrada diğer müderrislerin ellerini öperdi. İcazet dağıtım
işi tamamlandıktan sonra, şerbet ikramı başlar ve yavaş yavaş tören sona ererdi
(Olcay 2009: 73-74).

       Mustafa Asım ve arkadaşlarının icazetname töreni de böyle
gerçekleştirilmiş olmalıydı. Acaba Mustafa Asım’ın, Amasya’da aldığı icazet,
medresenin hangi aşamasını temsil ediyordu? Aslında o buradaki öğretimden
de pek memnun değildi ve yılar sonra oğlu Senai’ye şöyle diyecekti:
“Aybastı’nın tedrisatı beni tatmin etmedi. Amasya’da çok güzel tedrisat
olduğunu öğrendim. Babamdan bir miktar harçlık alarak Amasya’ya gittim ve
üç sene de orada tedrisat yaptım. Bununla birlikte yine de tatmin olmadım”
(Yediyıldız, Tarihsiz, s. 16). Nitekim Amasya’dan icazetini aldıktan sonra

          30 Celal kısaltmasıyla, Celaleddin Devvanî’nin “Molla Celal” adıyla ün
kazanmış Şerhu’l-Akâidi’l-Adudiyye adlı eseri kastedilmektedir (Demirci 2013: 267).

                                   81
   71   72   73   74   75   76   77   78   79   80   81