Page 49 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 49

tarih çevresi

bam merhum çocukluğunda köyümüzün yakınında olan medreselerde oku-
muş. Ancak, bu tahsili yeterli bulmamış ve başka imkânlar araştırmaya baş-
lamış. Bu durumu kendisi şöyle anlatırdı: ‘Aybastı’nın tedrisatı beni tatmin
etmedi. Amasya’da çok güzel tedrisat olduğunu öğrendim. Babamdan bir
miktar harçlık alarak Amasya’ya gittim ve üç sene de orada tedrisat yaptım.
Bununla birlikte yine de tatmin olmadım. En üstün tahsilin İstanbul’da yapıl-
dığını duyuyor, canım uçuyordu. Fakat ne yazık ki, babam fakirdi. İstanbul’a
gitmek için para bulamıyordu”. “Bilindiği gibi Ramazan aylarında medreseler
tatil olurdu. Bir ramazan ayında babam Amasya’dan Terme’ye gelerek iyi bir
köye ramazan hocası durmuş. Bayramda halk kendisine bir büyük çuval pi-
rinç ile bir miktar para hediye etmişler. Babam yol ve vâsıta olmadığı için pi-
rinci Aybastı’ya taşımasının imkânsız olduğunu ve bu kadar para biriktirmeye
de bir daha fırsat bulamayacağını düşünerek İstanbul’a gitmeye karar vermiş.
Pirinci bir at arabası ile Samsun’a götürmüş. Oradan vapurla İstanbul’a hare-
ket etmiş. Vapurda çuvala yaslanarak uyuyakalmış; bundan istifade çuvalı ar-
kadan bıçaklayarak bir miktarını çalmışlar. Böylece yarım çuval pirinç ve bir
miktar parayla İstanbul’a vasıl olmuş. En iyi hocaların ve iyi bir tedrisatın
Bayezid’de olduğunu öğrenmiş ve buraya yerleşmiş. O zaman tedrisat usulü
şöyle imiş. On iki sene okuduktan sonra icazet alınıyormuş. İmtihanlarda ilk
üç dereceye girenlere sırayla görev veriyorlarmış. İmtihanda birinci olarak
muvaffak olanlar aynı sene, ikinci ve üçüncü olanlar ise ikinci sene dersiâm
olarak ders okutmaya başlarlarmış. Mecburî hizmet olarak on iki sene talebe
okuttuktan sonra, kaydı hayat şartı ile maaş almaya hak kazanırlarmış. İlk on
iki sene, bir dersiâm müderrisi unvanına sahip bir ilim adamı olmak için yeti-
yormuş. Babam merhum da, memleketine hiç gelmeden ve fakir babasından
bir kuruş para istemeden sâdece ramazan aylarında ashabı sohbetin sahaveti
ile elde ettiği parayı iktisat ederek senenin on bir ayında tahsiline devam et-
meye çalışmış. Bu suretle on iki senelik tedrisat neticesinde öğrenimini ta-
mamladıktan sonra Sultan Hamid devrinde irâde-i seniyye ile açılan ru’ûs im-
tihanına girmiş. Kendisi hayatının bu safhasını şöyle anlatırdı”: ‘Padişah Sul-
tan Hamid’in emriyle ru’ûs imtihanı ilan edildi. İmtihana girdik. Ben ikinci
olarak muvaffak oldumsa da, hakikaten ben ve benim gibilerden daha zeki
olan talebe arkadaşlarımızdan imtihanda muvaffak olamayanlar Sultan Ha-
mid’e öyle istidalar yağdırdılar ki, neredeyse padişahın başını sarayın tavanı-
na vurduracak şekilde. Bu muktedir ellerden çıkan dilekçelerin karşısında Pa-
dişah birinci imtihanı lağvetti. O zamanın tabiri ile imtihan heyetinin hem
Meşihat’ten ve hem de Maarif’ten teşekkül edecek olan iki heyet huzurunda
yapılmasını ferman buyurdu. Ben bu durum karşısında şöyle bir karara var-
dım ve bazı samimî arkadaşlarıma da fikrimi söyledim. Ben on iki sene rızayı
ilahi için ashabı hamiyetin yardımıyla okudum. Unvan kazanmak, nam almak
için değil. Devletin parasını almadım, dolayısıyla borçlu da değilim. Bu on iki
sene içerisinde ve evveliyatında da babama hiçbir hizmetim dokunmadı. Bu
itibarla imtihana girmeyerek memleketime gideyim. Babamın son zamanla-
rında hizmetinde bulunarak duasını alayım diye düşünmüştüm. Bu fikrimi
duyan üstadım Arapkirli Hüseyin Avni Efendi hoca, medresemi teşrif buyura-
rak misafirim oldu. Hocama izzet ve ikramda bulundum. Sohbet sırasında im-
tihana girmeme hususundaki fikirlerimi öğrenmek istedi. Evet, hocam, ben

ratın hem de günlüklerin çevriyazıları yapılmıştır. Günlükler de iki bin sayfaya ya-
kındır.

                              53
   44   45   46   47   48   49   50   51   52   53   54