Page 68 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 68

tarih çevresi

tası Rum, Ermeni ve Yahudilerin başlıca gıdasını teşkil etmiştir. Nitekim Karadeniz’in güney sa-
hillerinden çok büyük miktarda havyar ve tuzlu balık gelmiştir. Havyar, Esturgeon balığı yumurta-
larından başka bir şey değildir. Bunlar tuzlanmış, büyük fıçılara bastırılmış ve İstanbul’a sevk edilm-
iştir. İstanbul’da ve imparatorluğun bütün şehirlerinde muazzam bir tüketimi olmuştur. “Oruç-Jeune”
ve “Careme”leri dolayısıyla havyarı en çok yiyenler Rumlar ve Ermenilerdir. Çok ucuz bir gıda olduğu
için Yahudiler de bol miktarda yemişlerdir. Tuzlanmış balıkların büyük kısmı Karadeniz’den, diğer
bir kısmı da Patras’dan gelmiştir. Karadeniz’den gelenler dilimler halinde kesilmiş, öbürleri ise bütün
olarak tuzlanıp salamura ile fıçılara bastırılmıştır (Olivier, 1977: 173-174).

      İstanbul’da balıkçılık hususu, Alman dinbilimci ve kilise adamı Stephan Gerlach’ın da gözüne
çarpmıştır. 1573-1576 yılları arasında İstanbul’da bulunan seyyah, bu konudaki gözlemlerine yer ver-
miştir. Ona göre şehrin pazarlarında hemen her şeyi bulmak mümkündür. Yedi iklimden bin bir çeşit
mal satılmaktadır. Balıkhanesinde ise balık o kadar boldur ki, Gerlach’ın ifadesiyle, bazen yüz tanesini
bir akçeye almak mümkün olmaktadır. Sahillerde ise birkaç yüzü bir arada sürüler halinde dolaşıp
oynaşan, halkın kutsal saydığı Yunus balıkları, insanların gözleri kadar ruhlarını da dinlendirmektedir
(Gerlach (a), 2007: 35).

    Sırbistan sınırları içinde yer alan Sipahiköy’de konaklayan seyyah, burada bir Türk tarafından mis-
afir edilmiştir. Bu süre zarfında bol bol balık tutmuş ve yengeç yakalamıştır. Yerli halkın balıkları ve
yengeçleri, bilmedikleri ve uygulamadıkları bir yöntemle avladıklarını, suya yem attıklarını ve yüzeye
çıkan balıkları elle yakaladıklarını belirtmiştir (Gerlach (a), 2007: 73). Gerlach’ın naklettiğine göre
Rumlar, büyük perhizleri sırasında yumurta, tereyağı ve balık dahi yemezler ve bunları kutsal hafta-
lar boyunca yemekten kaçınmayan Ermenileri kâfir sayarlar. Kısacası Rumlar, altı hafta süren perhiz
dönemi sırasında yumurta, tereyağı ve bünyesinde kan olan balıkları yemeyip, sadece istiridye ve
kansız balıkları, keza toprakta yetişen turp vb. bitkileri yemekle yetinirler. Nitekim Ağustos ayının bir-
inci gününden itibaren Rumlar oruç tutmaya başlamışlardır. Bakire Meryem’in anısına balık ve et ye-
memişler, bunu ayın on beşine kadar da sürdürmüşlerdir (Gerlach (a), 2007: 208). Perhizin kurallarına
ve dinle ilgili törelere büyük bir titizlikle uyarlar ve bunların dışına çıkanları şiddetle cezalandırırlar.
Günahkâr kişi, kollarının altına kadar bir çukura gömülür ve oradan gelip geçenlerden bağışlanmasını
dileyerek günahının kefaretini öder. Bazen de kilisenin kapısında durup içeri girenlerden, dualarında
ona da yer vermeleri ve günahlarını bağışlatmaları için yalvarır (Gerlach (a), 2007: 137-138).

      Gerlach, 1577-1578 yılları İstanbul’u hakkında bilgi verirken balıkçılık yapma hakkının elde
edilmesi ve balık tüketimine dair şu bilgilere yer vermiştir:

             “Balık tutma ve satma hakkı padişah tarafından para karşılığında Hıristi-
             yanlara veriliyor. Bu sene tercümanımız Matthias’ın “sororius”u, yani kız
             kardeşinin oğlu ya da kocası ve onunla birlikte iki kişi balıkçılık yapma hak-
             kını satın aldılar. Her yıl ister çok balık tutsunlar, ister işleri kesat gitsin,
             padişaha 25.000 kron ödemek zorundalar (bir kron 50 akçe değerindedir)…”
             (Gerlach (b), 2007: 509).
             “11 Şubat’ta perhiz dönemi başlıyor. Bu dönemde yedi gün boyunca et yenmi-
             yor ama balık, yumurta ve peynir yemeye izin var. Yedi günden

                                               68
   63   64   65   66   67   68   69   70   71   72   73