Page 66 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 66

tarih çevresi

Trakya’yı ve Niş’e kadar uzanan Bulgar topraklarını geçtikten sonra Semendire’ye kadar olan Sırp
ülkesini de geride bırakan Busbecg, Belgrad’a ulaşmıştır. Şehrin en yüksek noktalarında Esed ve Kelb
burçları görünmüştür. Seyyah, buradaki izlenimlerini ise şu şekilde anlatmıştır:

              “Burada perhiz gününde ikram edilen lezzetli balıklardan bol bol yedik.
              Aralarında büyük yengeçler de vardı, bunların eti pek makbuldür. Adam-
              larımın balıkları yerken haddinden fazla açgözlü davranmaları neticesinde
              belki de havanın sıcaklığından Fijcure yakalandılar. Kırk kişiyi doyuracak ka-
              dar balığı burada yarım talerden daha az bir fiyata satıyorlar. Başka şeyler de
              çok ucuz.” (Busbecg: 72).

İspanyol Pedro, “Zorunlu İstanbul Seyahati” adlı eserinde, insanların sadece hemcinslerine değil, hay-
vanlara bile iyilik etmeyi sevap saydıklarından bahsederken, bu doğrultuda birçok kimsenin denizde-
ki balıklara ekmek attığını ifade etmiştir (Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati, 1996: 93). Yine, bir
şey almak veya satmak için sokak adı söylenmediğini, malın çeşidine göre ad alan yerler olduğunu,
örneğin tavuk satılan yere “Tavukpazarı”, balık satılan yere “Balıkpazarı”, koyun satılan yere “Koyu-
npazarı” dendiğini belirtmiştir (Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati, 1996: 182). Pedro, İstanbul’un
hane sayısına dair bilgi verirken, balıkçıların miktarına da yer vermiştir. Bu bilgilere, Sinan Paşa’ya
sunulan kütüklerden ve bunları hazırlayanların söylediklerinden hareketle ulaşmıştır. Bunlara göre
Hristiyanlar 40 bin, Yahudiler 10 bin ve Türkler de muhtemelen 60 bin hane olmak üzere toplam
100 bin hane vardır. Ayrıca, şehre iki fersah yakında bulunan varoşlardaki 10 bin hane bu sayıdan
ayrıdır. Yine, surların dışında ve Haliç’in kıyısında, harap ahşap kulübeciklerde oturan 10 bin hane
kadar balıkçı Rum olduğunu belirtmiştir. Buradaki yaşamla ilgili olarak da; “liman olduğu için sular
durgundur. Kulübeler, bayağı denizin içindedir. Bir fırtına çıkınca sular pencerelerden içeri girer. Her
evin bir ağı vardır. Bunun için yılda bir “duka” öderler, ama bu “duka”yı bir gecede çıkardıkları
olur.” demiştir (Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati, 1996: 179-180).

    Federico Gravina, “İstanbul’un Anlatımı” eserinde, tekneler tersanesini tarif ederken balıkçılara da
değinmiştir. Verdiği bilgiye göre, Tersane ya da Kaptan Paşa divanhanesinden sonra limanın kuzeybatı
kıyısında, tekne tersanesi bulunan küçük bir koy vardır. Oradan itibaren Rum ve Ermeni balıkçılarının
ve hâlâ pek çok Yahudi’nin yaşadığı, Galata surlarına dek uzanan bir mahalle başlamaktadır. Kıyı-
da ticaret gemilerine hizmet eden kalafat yeri bulunmakta ve bu dış mahalle ile bütün bu kıyı kışın
teknelere barınak olmaktadır (Gravina, 2008: 46).

    Gerard De Nerval, “Doğu’ya Seyahat” adlı eserinde, Haliç’e dair bilgi verirken karşı kıyıda bu-
lunan balık pazarına da değinmiştir. Verdiği bilgilere göre Haliç, genişliği bir çeyrek mil, uzunluğu da
bir mil kadar olan, dünyanın en harika ve en emniyetli limanıdır. Bu liman, İstanbul’u, Galata ve Be-
yoğlu’ndan ayırmaktadır. Deniz kenarındaki bu küçük meydan çok canlı ve hareketlidir. Kenarların-
da zarif kayıklar duran ahşap bir iskele görünmektedir. Kayıkçılar, ipek bürümcükten dikilmiş uzun
kollu gömlekler giymektedir. Sandallar balık şeklinde yapılmış olduğundan, denizde çok rahatlıkla
yol alabilmektedir. Limanın girişini dolduran her milletten bir sürü geminin arasından hiçbir güçlüğe
uğramadan kayar gibi sıyrılmaktadır. On dakika içinde, karşı kıyıdaki balık pazarı denilen meydana

                                               66
   61   62   63   64   65   66   67   68   69   70   71