Page 9 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 9
tarih çevresi
Selçuklular genel olarak aldıkları yerlere üst düzey yönetici ve askerler atıyor, Bizans sosyo-ekonomik
yapısının sürekliliğini güvenceye alıyorlardı. Bunun çok az sayıda istisnası vardı. Bunlar Ege Bölge-
si’nde Adramyttium (Edremit), Chliara (Kınık), Pergamum (Bergama), Doğu Anadolu Bölgesi’nde
Kaisum (Samsat yakınında), Artze (Erzurum yakınında), Karadeniz Bölgesi’nde Dadybra (Safranbo-
lu), Gangra (Çankırı), Castamon (Kastamonu) ve Amaseia’dır (Amasya) (Vryonis, 1971, s. 166-167).
Tabi ki sosyal doku değişimi açısından bunların da önünde gelen başkent Konya’dır. Bu yerleşm-
elerde İran etkisine açık bir yüksek mutfak görülmesi çok doğaldır. Türkmenlerin ise göçebe toplum
özelliklerini taşıyan farklı bir mutfakları vardır. Selçuklularda köklerini bulan elit şehirli ile Anado-
lu’ya gelip önce meraları ele geçiren daha sonra da yarı yerleşik (transhumant) özellikler gösteren
Türkmenler arasında önemli bir gerilim hep olmuştur (Yinanç, 2013, s. 143). Bu gerilim ve bağlı
olarak ortaya çıkan ayrışma mutfaklarında da görülmektedir.
(Köprülü, 2005, s. 47), şeyhleri Türkmen bağlamında değerlendirirken, Mevleviliği “Anadolu
Türk Medeniyetine Tesir Eden Arap-Acem Kültürü ve Mevlevilik” olarak ayrıştırmaktadır. Özellikle
de “İran harsının daha hâkim olduğu şehirler” betimlemesi Mevleviler ile Selçuklu eliti arasındaki
ilişkiyi de belirtmektedir. Köprülü’nün “şeyhler” olarak tanımladığı mistikler için ise “Anadolu Selçu-
ki hükümdarlarının İran Selçukileri ve kurun-ı vustanın sair İslam hükümdarları gibi, şeyhlere karşı
büyük hürmet ve muhabbet besledikleri ve zengin vakıflar tahsis ettikleri muhakkaktır”, demektedir.
Anadolu’nun Türkleşme ve Müslümanlaşmasında çok önemli işlevleri olan tekke ve zaviyeleri ku-
ran ve bunların çevresindeki mürit ve ahilerle çok işlevsel bir sosyal yapı oluşturmuşlardır (Köprülü,
2005, s. 28-).5 Bu nedenle Mevlevihaneler başta, tekke ve zaviyelerde sunulan yemekler üçüncü bir
yemek gurubu oluşturmamakla birlikte mesnevilerde, vakfiyelerinde ya da harcama defterlerinde yer
alan kayıtlar reçeteler ve menüler açısından önemli kaynaklar olma özelliğindedir. (Halıcı N. , Mevlevi
Mutfağı, 2007), bu konuda iyi bir örnektir.
ŞEKER VE SARIMSAK
Türklerin Orta Asya’dan batıya göçleri üç ayrı yol izlemiştir. Bunlar ta Orta Avrupa bozkırlarına
kadar uzanan kuzey yolu, Maveraünnehir üzerinden Hindistan’a inen güney yolu ve İran’dan geçerek
Anadolu’ya giren üçüncü yoldur. Her üçü de gerek karşılaştıkları coğrafya ve kültürlerin etkisiyle
farklılaşmışlardır ve farklı mutfaklar geliştirmişlerdir. Bizim asıl konumuz olan Oğuzlar, 7. yüzyılda
Hazar Denizi’nin doğusunda topluca görülmeye başlamışlardı. Hazar Denizi’nin güneyinden Anado-
lu’ya ulaşan orta yol tarih boyunca İran devletlerinin kontrolünde olmakla Türkmenlerin batıya doğru
akınlarına hep geri püskürtmüştür. Oğuz-Selçukluların şansı Sasani İmparatorluğu’nun Arap-İslam
saldırıları (633-651) karşısında yıkılması ve İran’ın Emevi ve Abbasi Halifeliklerinin, sonra da yerel
devlet ve hanedanlıklar kontrolüne girmesidir. İşte bu görece zayıf yapı 10. yüzyılda Müslümanlığı
kabul eden Selçuklular için kolayca aşılabilir olmuş ve Anadolu’ya doğru “kapı” açılmıştır (Köy-
men, Selçuklu Devri Türk Tarihi, 1993, s. 4). Samaniler ve Gazneliler’e karşı kazanılan muhaberelerle
Oğuzlar, İran ve çevresindeki şehirleri teker teker almaya başlamışlardır. (Köymen, Büyük Selçuklu
İmparatorluğu Tarihi / Kuruluş Devri, 2011, s. 20-21) (Divitçioğlu 81). İbn at-Athir XII’ye dayanarak
Tuğrul Bey’in Nişabur’a girişini şöyle anlatır: …Doğruca saraya girdi ve Sultan Mesut’un tahtına
kuruldu. Saraya kendi askerleriyle birlikte halk da doldu. Onu görmek, onunla konuşmak istiyorlardı.
9