Page 57 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 57

tarih çevresi

olarak, insanın yer aldığı bir toplum tasavvuru geliştirir. Filozofumuzun dehasını yansıtan bu tasavvur, kendi
içinde son derece insicamlı, tutarlı, birliği ve bütünlüğü olan mükemmel bir sistem olarak karşımızda
durmaktadır.

       Bu sistemin bizim için önemli olan tarafı, belli bir felsefi geleneğin sınırları içerisinde kalınarak kurulmuş
olmasından ziyade, onun, onuncu yüzyıl itibariyle İslam dünyasında beliren, yaşanan ve tartışılan, her biri
insana raci ahlaki, dini, ictimai, siyasi ve bilgiye ilişkin problemlerin çözümüne yönelik olarak taşıdığı derin
duyarlılık ve sorumluluk bilincidir. Dolayısıyla Fârâbî’nin felsefi sistemini böyle bir konumlandırmayla okumak
ve onun bilgi teorisi, mantık, siyaset, din ve ahlaka dair görüşlerini mevcut durum ve bu durumun içerdiği
problemlerle irtibatlandırarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu nedenledir ki, “Fârâbî’de kozmik uyum,
bağlılık ve düzenin insani alana yansıması olarak adalet” konusu çerçevesinde ele alacağımız görüşleri ve
özellikle insan hakkında aktaracağımız bakışı bu çerçevede ele alarak pratikle irtibatlandırabiliriz.

       Fârâbî’nin felsefi siteminin ana kavramı, bütün mevcutların varlık kaynağı olan Tanrıdır. Tanrı,
kendisinden daha mükemmeli düşünülemeyen, gerçek anlamda var olan ve gerçek anlamda ezeli olan yegane
varlıktır. Her bakımdan birdir. O varlığın, birliğin ve iyiliğin kaynağıdıdır. Maddiliğin her türünden berî olduğu
için akıldır, akıl doğasına sahiptir. Çünkü bir şeyin ya madde olduğunu, ya suret olduğunu veya bu ikisinden
meydana gelmiş bir cisim olduğunu söyleriz. Salt suret olarak var olan şey ise, akıldır. Tanrı ilk mevcuttur ve
diğer bütün mevcutların varlığının ilk sebebidir1. Fârâbî, Tanrının var olanlarla ilişkisini, ezeli bir feyezan
olarak düşünür. Çünkü bir şey, yetkinliğinin son mertebesinde ise ve bu şey kendinden bir fiil sadır olma
özelliğine sahipse ve bu fiilin sudurunu engelleyen bir şey yok ise, onun bu fiili sonraya ertelenmez, derhal
gerçekleşir. Bu nedenle, varlık, varlık veren bir fail olarak Tanrıdan zorunlu ve ezeli olarak feyezan eder, taşar2.

       Bu bağlamda, yani geniş anlamda yaratılmışların yaratandan suduru bağlamında, ilim, hikmet, hayat ve
hakikat gibi, hepsi de zatına delalet eden diğer bütün kemal sıfatlarına ilaveten, Tanrının “mutlak cömert” ve
“mutlak adil” olduğunu söyleriz. Dolayısıyla adalet, genel olarak ve öncelikle, başkalarıyla bir bağıntı/izafet
içerisinde ortaya çıkan bir iyiliktir. Adil olmak, burada üzerinde durduğumuz anlam çerçevesinde, bir şeye
karşı veya öznenin dışında bir durumla ilgili olarak adaletli olmayı ifade eder. Cömert olmak da, böyledir. Yani
cömertlik, bu niteliğe sahip olan öznenin dışında başkalarının varlığını gerektirir. Tabii ki, bütün
nitelikler/isimler böyle değildir. Mesela, bir şey hakkında onun “bir” olduğunu veya “mevcut” olduğunu
söylerken, burada, bu şeyin, başkalarıyla ilişkisi içerisinde sahip olduğu bir durumdan değil, doğrudan kendi
zatında sahip olduğu bir şeyden, bir yetkinlikten bahsetmiş oluruz3.

       Fârâbî, yetkinlik ifade eden adil ve cömert gibi isimler çerçevesinde, bir insanın cömert ve adil olmasıyla,
Tanrının cömert ve adil olmasının farklılığına işaret eder. Şöyle ki, bizim adil ve cömert oluşumuz, bize,
tamamen başkalarına karşı adaletli ve cömert davranmamıza bağlı bir yetkinlik kazandırırken, Tanrı için böyle
bir şey söz konusu değildir. Tanrının adil ve cömert olması, ona, asla, onda bulunmayan bir yetkinlik

1 Bkz., Fârâbî, Ârâu Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla, s. 37-38, nşr., A. N. Nader, 8. Baskı, Beyrut 2002; Fârâbî, es-Siyâsetü’l-
Medeniyye, s. 42, nşr., F. N. Neccar, 2. Baskı, Beyrut 1993
2 Fârâbî, Fârâbî, Ârâu Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla, s. 55; Fârâbî, es-Siyâsetü’l-Medeniyye, s. 47
3 Fârâbî, Ârâu Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla, s. 59; Fârâbî, es-Siyasetü’l-Medeniyye, s. 49

                                                               56
   52   53   54   55   56   57   58   59   60   61   62