Page 58 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 58
tarih çevresi
kazandırmaz. Bilakis, onun cömert ve adil olması, zatı ve cevheri bakımından sahip olduğu yetkinliğin bir
neticesidir. Daha doğrusu “ona ilişen ve onu izleyen” bir şeydir4. Bu durumda, adaletle, insan olsun devlet
olsun, adil öznenin fazilet ve yetkinlik durumu arasında doğrudan bir ilişkinin bulunduğunu söyleyebiliriz.
Fârâbî’nin kozmoloji öğretisinde, cömertlik ve adalet kavramlarının asli iki unsur olduğunu görmekteyiz.
Birincisi, bütün mevcutların, onun zatından taşan varlıkla var olmasını ifade ederken ikincisi, söz konusu
feyezanın her bir aşamasında ve her bir noktasında mükemmel bir uyum, bağlılık ve düzenin bulunduğunu
ifade eder. Bu anlamda, söz konusu taşmanın her bir aşamasında ilahi adaletin tabii olarak tezahür ettiğini
söylememiz elbette yanlış olmayacaktır. Fakat Fârâbî’nin kozmolojiye dair yazılarında adalet, adil paylaşım
gibi kavramlar büyük ölçüde oluş ve bozuluş dünyasının işleyiş düzenini ifade etmek için kullanılır. Zira varlık
ve yetkinlikleri baştan verilmiş olan mevcutlar oluşa tabi değildir.
Fârâbî, en yalın tezahürlerinden en karmaşık yapılarına kadar oluş ve bozuluşun her bir türünü inceler
ve onların hem tabii hem de tabiatüstü ilkelerini gösterir. Ayrıca, dört unsurdan başlayarak tabiatın en yetkin
varlığı olan insana kadar yükselen oluş mertebelerinin her birinin kendi içinde cari olan ilişkilerle bu
mertebelerin birbirlerine karşı durumlarını ve ayrıca her türden tabii güçleri, fiil ve infialleri, madde-suret
ilişkisini esas alarak açıklamaya çalışır. Bu açıklamalarda, konumuz açısından önemli olan şey, Fârâbî’nin
tabiatta oluş ve bozuluş süreçlerinde eksiksiz bir adaletin varlığına sıkça yaptığı vurgudur.
Fârâbî, mümkün varlıklar dünyasını, yani bütün olarak tabiatı, her bir mevcudun, varlıktan hak ettiği
şeyi tam olarak aldığı bir yapı olarak tasvir eder. Suretin madde ile ilişkisinde olduğu gibi, bu ikisinden oluşan
maddi cevherler arasındaki ilişkilerde de, her hangi bir haksızlığın, adaletsizliğin bulunmadığını söyler.
Maddenin, belli bir sureti değil de, onun zıtlarından birisini alması, şu mevcudun yok olup, onun yerine başka
bir mevcudun gelmesi, aynı şekilde belli özelliklere sahip olan bireylerin bir araya gelerek kendi varlıklarının
devamını sağlamaya çalışması ve bunun için başka varlıkları yok etmesi, kullanması, liyakat ve hak etme
temelinde, tam bir adaletle gerçekleşir. Mümkün varlıklar dünyası birbirine zıt olan varlıkların dünyasıdır ve
bu nedenle her bir varlığın diğerlerinde bir hakkı bulunmaktadır. Dolayısıyla her bir mevcut tabii bir düzen
içerisinde varlıktan kendisine ait olan şeyi alma hakkına sahiptir. Tabiatta bir uyumun, dengeli ve ölçülü bir
yapının oluşması ve dolayısıyla adaletin gerçekleşmesi de, söz konusu hakkın adil dağılımıyla mümkün
olmaktadır.
Şu halde kozmik düzende adalet, her bir şeye, bulunduğu varlık derecesi bakımından hak ettiği ve layık
olduğu varlık payının tam olarak verilmesidir. Belli olduğu üzere, adaletin anlamı, burada eşit taksim değil,
liyakat ve hak etme ilkesine göre gerçekleşen bir pay almadır. Buna göre evrende öyle varlıklar vardır ki,
liyakatlerine göre hak ettikleri her şey, yani yetkinlikleri kendilerine baştan verilmiştir ve dolayısıyla onlar
oluşa tabi değillerdir5. Öyle varlıklar da vardır ki, varlıkları kendilerine geciktirilmiş olarak, yani kuvve halinde
verilmektedir. Çünkü onlar, var olmamaları mümkün olmayan birincilerin aksine, var olmaları da var
olmamaları da mümkün olan eksik varlıklardır. Bu nedenle, eksikliklerinden kurtularak kendilerini
4 Fârâbî, Ârâu Ehli’l-Medîneti’l-Fâdıla, s. 60; Fârâbî, es-Siyasetü’l-Medeniyye, s. 50
5 Fârâbî, es-Siyasetü’l-Medeniyye, s. 53, 54
57