Page 44 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 44

tarih çevresi

göstermektedir. Mesela, Hanlar Hanı Bayındır Han’ın yılda bir kere toy düzenleyip Oğuz beylerinin
konaklaması için “bir yere ağ otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ”11 kurdurması göçebeliği ifade ederken;
“…Hisara yürüdüler…Kafirun kiliselerini yıkdılar, yerine mescidler yaptılar. Keşişlerin öldürdüler; ban
banlattılar, aziz Tanrı adına kutbe okutdular, namaz kıldılar”12, mukaddimede yer alan “minarede banlayanda
fakı görklü”13, Deli Dumrul’un Tanrıya yakarışındaki “ulu yollar üzerine imaretler yapayım senin içün”14 gibi
ifadeler şehir hayatını, en azından yerleşik bir hayata işaret etmektedir. Hikayelerden hareketle, Oğuzların kafir
kaleleri ve şehirlerine yakın, ancak göçebe bir hayat tarzını benimseyip yaşadıklarını ifade etmek kanaatimizce
yanlış olmayacaktır.

         Biz, dönüşümü “Din Dili” ve Tanrı Tasavvuru”, dönüştürmeyi ise “Kadının Konumu” ve “Akılcı Tavır”
başlıkları altında ele aldık. Şimdi Dede Korkut hikayelerinden hareketle yukarıda yaptığımız tesbitleri şöyle
temellendirebiliriz:

         1-Dönüşümün Örnekleri:

         a-Din Dili: Türkçe bir din dilinin mahiyeti ya da olup olmadığı meselesi doğrudan Türklerin, İslam
öncesi kabul ettikleri dinlerle/inançlarla ilgili bir konudur. Türklerin hangi saiklerle hangi dinleri kabul ettikleri
bugün dahi netleştirilmemiş bir konudur. Ancak onların, Totemiz, Animizim, Şamanizm, Budizm, Maniheizm,
Yahudilik ve Hırıstiyanlık gibi pek çok dini ve inancı değişik zamanlarda ve farklı bölgelerde benimsedikleri
de kesindir. Bu konuda en önemli kaynak olan eski Türk yazıtlarına baktığımızda; “eski Türk inanç ve düşünce
sistemleri, atanın öldükten sonra ailesine yardımcı olacağına inanılan ve ölen büyüklere saygının bir çeşit
devamı olarak görülen atalar kültü, tabiattaki hemen bütün varlıklarda esrarlı güçler olduğu anlayışıyla dağ,
taş, ağaç ve su gibi nesneleri canlı kabul eden tabiat kültleri ve asıl merkezi inancı temsil eden Gök Tanrı kültü
şeklinde sıralanır”15. Türklerin göçebe olarak hayatlarını sürdürmeleri, onları pek çok dinin etkisine açık hale
getirmiştir. Ayrıca yaşadıkları coğrafyanın tarihi İpek Yolu güzergahında olması da birtakım dinlerin bu bölgeye
intikaline neden olmuştur. Bunun yanı sıra komşu devletlerin kendi dinlerini bilinçli bir şekilde Türkler arasına
taşımaları da burada zikredilmelidir. Mesela 9. yüz yılın başlarında bir Uygur hanı için yaptırılan bir anıtta,
Çin hükümdarının, Budizmin Türkler tarafından kabulüne yönelik gayretlerini içeren şu kayıtlar, bu düşünceyi
teyit etmektedir: “Dzui-Sik gibi dört rahip memlekete göndererek iki mukaddes ibadet neşredip üç çevre ile
onlara nüfuz etti. Bilhassa bu din üstadları dini bilgileri iyi kavrıyorlardı ve yedi kitabı da iyi biliyorlardı…
Onun için bu hak din Uygurlar arasında yer tutabilmişti”16. Ancak Türkler arasında İslam’ın kabulüne kadar
hiçbir din ya da inanç sisteminin baştan sona kadar varlığını güçlü ve yaygın bir şekilde devam ettiremediğini
de belirtmeliyiz17

11 Dedem Korkudun Kitabı, s, 25
12 Dedem Korkudun Kitabı, s, 88-89
13 Dedem Korkudun Kitabı, s, 22
14 Dedem Korkudun Kitabı, s, 118
15 Fatih M. Şeker, age, s. 102
16 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1987, s. 233.

                                                               43
   39   40   41   42   43   44   45   46   47   48   49