Page 32 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 32
tarih çevresi
İnsanın Toplumsal Boyutu
İbn Miskeveyh’e göre insan, yaratılışı itibariyle yalnız yaşamaya yatkın, yabani ve ürkek bir varlık
değil, insanlarla ilişki kurma, onlarla beraber yaşama özelliğine sahip, toplumsal bir varlıktır. Nitekim
düşünürümüz, Arapça bir kelime olan “insan” kelimesinin, “unutkan bir varlık” olduğu için “nisyan” kökünden
türediğini ileri süren görüşü reddederek, “üns” kökünden türediğini ifade eder. “Üns” ise insanlarla beraber
yaşamak demektir. İnsanın yaratılışında olan bu “hemcinsleriyle beraber yaşama” duygusu, insan ilişkilerinin
temelini oluşturan ve titizlikle korunması gereken bir duygudur. Ayrıca insan, kendi kendine yeten,
“mükemmel” bir varlık değildir. O, Kur’an’ın da ifadesiyle “zayıf”, eksikliklerle dolu, zorunlu ihtiyaçlarını tek
başına değil, ancak hemcinslerinin yardımıyla karşılayabilen bir varlıktır.1 Nasıl insan bedeni bütün organların
iş birliği ve yardımlaşmasıyla uyum içerisinde ve sağlıklı olarak hayatiyetini devam ettiriyorsa, bir toplumun
da sağlıklı ve ahenkli bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için, o tolumu oluşturan bireylerin yardımlaşma ve
dayanışmalarına ihtiyaç vardır. Bireyler ihtiyaçlarını ancak birbiriyle yardımlaşarak karşılayabilirler. İşte İbn
Miskeveyh’e göre insandaki bu “beraber yaşama” duygusu ve ihtiyacı, aynı zamanda bütün insan ilişkilerinin
beslendiği sevginin de kaynağını oluşturur. Nitekim din, toplumsal örf ve adetler de insanda yaratılıştan mevcut
bu “beraber yaşama” duygusunu güçlendirmeyi hedeflemiştir. İslam dininin, Müslümanlara ömürlerinde bir
defa kutsal topraklarda uluslararası bir kongre (hac) için toplanmalarını, senede iki defa geniş bir katılımla
bayram namazında buluşmalarını, haftada bir defa toplanıp hep birlikte cuma namazını eda etmelerini, beş
vakit namazı camide cemaatle kılmalarını emretmesi, ayrıca cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan
namazdan daha sevap olduğunu bildirmesi, bunun açık göstergesidir. Komşu ve dostluk ilişkileri, davete icabet,
misafire ikram, birlikte yemek yeme gibi dinî öğütler ve bunların toplumda adet haline gelmiş uygulamaları da
insanda güç halinde bulunan “beraber yaşama” duygusunu ve sevgiyi canlı tutmayı pekiştirip güçlendirmeyi
amaçlamıştır.2
Toplumsal Huzurun Mayası: Sevgi
İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-Ahlâk’ında bir bölümü sevgi ve dostluk konusuna tahsis eder. Ona göre
sevgi, bir bakıma insan ilişkilerinin mayası, dostluk ise adeta sevginin somutlaşmış halidir. O, sevgiyi toplumsal
huzur ve düzenin mayası olarak görür. İnsanlar toplumda belli bir sevgi düzeyine ulaşamadıkları için karşılıklı
ilişkilerinde adaletin uygulanmasına ihtiyaç hissederler. Daha sonra Nasîruddin Tûsî ve Kınalızâde’nin de daha
net olarak vurgulayacağı üzere, İbn Miskeveyh sevginin adaleti öncelediğini söyler ve onu adaletten üstün tutar.
Zaten toplum halinde yaşayan insanlar arasında sevgi yaygınsa, birbirlerine karşı adaletli davranırlar ve
aralarında anlaşmazlık meydana gelmez. Çünkü sevgi anlaşmazlığa ve konunun adalete intikaline engel olur.
Böyle bir toplumda dost, dostunu sever ve kendisi için istediğini onun için de ister. Güven, yardımlaşma ve
dayanışma ancak birbirini seven insanlar arasında gerçekleşir. Onlar birbirlerine yardım ederken aynı sevgiyi
1 İbn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma (Çev. Abdülkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihad Tunç), Kültür ve Turizm Ba-
kanlığı Yayınları, Ankara 1983, s.126.
2 İbn Miskeveyh, age., 127; Kınalızâde Ali Çelebi, Ahlâkı-ı Alâî (Sadeleştiren: Murat Demirkol), Fecr Yayınları, Ankara
2020, s.370 vd.
31