Page 27 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 27

tarih çevresi

İnsan hayatında su, tartışılmaz bir öneme sahiptir. Bugün olduğu gibi tarih boyunca da vazgeçilmez
bir ihtiyaç maddesi olmuştur. Tarihin en eski dönemlerinden itibaren, su kanallarının kalıntıları-
na rastlanılmaktadır. Bu dönemlerde içme suyu iletim hatlarının çoğunlukla kapalı ve yer altına
döşendiği görülmektedir. Yani insanoğlu binlerce yıl öncesinden tatlısu kaynaklarını bir kanal, ke-
mer su-yolu ile şehirlerine akıtmayı, bentler yaparak getirilen bu suyu depolamayı, yer altı ve kay-
nak sularından yararlanmayı başarmıştır. Şehirlere getirilen sular, kilometrelerce künkler, ke-
merler inşa edilerek oluşturulan şebeke sistemleri ile sarnıç, çeşme ve hamamlara akıtılmıştır.
	

      Osmanlı şehirleri içerisinde İstanbul her bakımdan olduğu gibi konumuz açısından da ayrı bir
öneme sahiptir. İstanbul’un, Asya ve Avrupa arasında bir köprü konumunda olması, etrafını çevreleyen
denizleri, İstanbul Boğazı ve Haliç gibi doğal limanları bulunması, askeri ve ticari açıdan bir cazibe
merkezi olmasını sağlamıştır. Ancak, yaşamak için su gerekliyse ve deniz suyu da işinize yaramıyorsa,
hayati önemi olan suyu bir yerlerden bulmak zorunda kalacaksınız.

      Osmanlı dönemine baktığımızda, Fatih Sultan Mehmet’in şehirde, Roma İmparatorluğu döne-
minde yapılan su yollarını tamir ettirdiğini, yenilerini inşa ettirdiğini görüyoruz. Fatih’le birlikte sur
içinde su tesisleri yapılmaya başlanmış ve Halkalı suları, Kırkçeşme ve Kağıthane suyu tesisleri gibi
tesisler oluşturularak şehrin su ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. Özellikle Kanuni zamanında Mimar
Sinan tarafından büyük su tesisleri inşa edilmiştir.1

      Çok sayıda eser veren Mimar Sinan aynı zamanda büyük bir mühendistir. Camiler, medreseler,
köprüler gibi yapıların yanında su tesisleri, maksemler ve su terazileri de yapmıştır. Anıtsal Kırkçeşme
tesisleri, Taksim ve Hamidiye suları, Halkalı Suları ve Üsküdar suları önemli su tesislerinden ba-
zılarıdır. Bu sistemlerin en eskisi kağıthane suları diye de bilinen Kırkçeşme sistemiyle Halkalı su-
larıdır. Yüksekteki semtlerin içmesuyu Halkalı’dan temin edilirken, Kırkçeşme Eyüb ile sur içindeki
alçak semtleri beslemiştir. Öteki sistemler ise, şehrin büyümesiyle ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak
için tesis edilmişti2.

Görüldüğü gibi Osmanlılarda özellikle XVI. Yüzyılda su işlerinde belli bir gelişme gözlemlenmektedir.
Bu yüzyılda, uzunluğu 40-50 km’yi bulan su yollarıyla büyük merkezlerin su ihtiyacının karşılandığı
bilinmektedir. Uzak noktalarda bulunan kaynak sularını şehirlere akıtabilmek için, dönemine göre
modern sayılabilecek tekniklerin uygulandığı gözden kaçmamaktadır. Diğer meslek dalları gibi su
işleriyle uğraşanlarda bir meslek oluşturmuşlar, bu meslekten olanlara “Su-Yolcu” adı verilmiştir.
Daha sonraları ise meslek “Su-Yolu Nazırlığı” bünyesinde kurumsallaşmıştır.
	
Su-Yolu Nazırlığı’nın, günümüzün Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne birçok bakımdan eşdeğer
sayılabilecek yetki ve sorumluluklarla donatılmış olması, konunun öneminin daha iyi anlaşılmasını
sağlayacaktır. Sıraladığımız bu gerekçelerle ve kurumsallaşma ile Osmanlılarda birçok tesis meydana
getirilmiş, bu eserlerin bakımı, onarımı ve korunmasıyla ilgilenilerek, günümüze kadar yaşamaları ve
hizmet etmeleri sağlanmıştır. Osmanlılardan günümüze kalan bend, su kemeri, su-yolu, şadırvan ve bun-
lara benzer su yapıları, Osmanlı su kültürünü yansıtan eserlerdir3. Bu tür eski eserlerin çoğunda, sudan en
iyi biçimde yararlanma yollarının düşünülerek, emniyet ve sağlamlığın ön planda ele alındığı görülür4.

                                              27
   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32