Page 86 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 86

tarih çevresi

	 Göğüslerine haçı tanrının yeryüzüne gönderdiği kutsal savaşçıların bir arması gibi takan ve
diz çöküp istavroz çıkarırken, dünya âleminden kendini soyutlayıp, tanrıya kulluğunu dile getiren
ruhban ehli, tanrıya yaranmak adına, insanı yok etmeyi kutsal bir görev olarak görüyordu. İnanç adına
hınçla indirilen o kılıçlar yalnız bedenleri doğramıyor, o zamana dek imbikten akan damlalar gibi insa-
noğlunun ortaya koyduğu ortak belleği ve aklı da yok ediyordu. O bedenlere inen kılıçlar ve kırbaçlar
sanki Tanrı adına harekete geçmişti. Böylece dinsel doğmalarla bezenmiş yeni bir etik ve hukuksal
düzen oluşturuluyordu. Hıristiyan orduların geçtiği her yerde, dogmaları egemen kılma adına büyük
kütüphaneler içindeki kitaplarla birlikte yakıldı ve yıkıldı. Bunu yaparken tanrı indinde yükseleceğine,
sevaba gireceğine inanan dogmatik kafa, insanı insan yapacak değerleri de talancı ruhuyla acımasızca
yok ediyordu.. Onca hoyratlık ve yıkıcılığa karşın, gün geldi, kimi zaman dehlizlerde, kimi zaman
yıkılmış duvarların arkasında öyle ya da böyle yok edilememiş, bir biçimde kalmış yapıtların kopyaları
gün ışığına çıkarıldı. Diyalog yoluyla sorgulamaya, giderek gözleme ve deneye dayanan bilimsel uy-
anış, Ortaçağ’ın karanlık koridorlarından sıçrayarak, Rönesans kültürüne öncülük edenlerin elinde
yeniden canlandı. O andan buyana söz konusu yapıtlar insanlığı yeniden aydınlatmaya başladı.

	 Böylece “Rönesans” denilen yeniden doğuş, yapıtların aslında gözden ırak edilemeyecek kes-
in utkularıydı. Karanlık düzen yıkılıyor, insanlığın ortak belleği ve aklı yeniden aydınlanıyordu. Röne-
sans nice sorgulamaların ve bilimsel uyanışların başlangıcı oldu. Zaman zaman ileri ve geriye gidişler
sonrasında insan merkezli “aydınlanma” kültürü yaratıldı. İlerleyiş durmadı; nice içsel hesaplaşma-
lara, karanlık düzeni temsil edenlerle, aydınlığı getirmeye çalışanlar arasındaki kanlı hesaplaşmalara
ve savaşlara karşın, eskinin etkisi aşama aşama kırıldı. Aydınlanma Sanayi Devrimi’ni yarattı; o da 19.
Yüzyıldan 21. Yüzyıla uzanarak uygarlık düzeyini en yukarılara çekti. Bu sürece kuşkusuz yazılan her
kitap katkıda bulunuyordu1 . Bu sürece koşut olarak, yaşanan olaylar ve olgular karışık, iç içe geçmiş
döngüler ve akışlar sonunda bilişime, kuantuma ve post-modern kültüre dek değişik sürümler ve yollar
oluşturarak aktı durdu 2... Her kitap, bu akışta yeni bir dünyaydı.
	
	 Her yapıt bir dünyaysa, o yapıtın da bir yaratıcısı kuşkusuz vardır. Doğal olarak, düşünen,
araştıran, öğrenen, bilgiyi edinen; bunları da yapıtlarıyla başkalarına ve gelecek kuşaklara aktaranlar,
en görkemli, yıkılamaz ve gücü tartışılamaz anıtlar ortaya koyma onuruna erdiler. Günümüzde her en-
telektüel, yüzyıllar ötesinden günümüze seslenen Sokrates’in Savunması’nı bilir; hala herkesin Yunus
Emre’nin özlü deyişlerinden ve mısralarından alacağı dersler vardır. Hala geçmişin koridorlarından
günümüze uzanan karanlık dehlizleri Spinoza, Jean Jacques Rousseau, Volter gibi nice düşünür, bilim
adamı yapıtlarıyla aydınlatıp durmuyorlar mı?

	 Doğanın bir kuralı olarak kitabı yazan da gün gelir, ölür. Bu doğanın bir kuralıdır. Ancak
bedendeki bu ölüş, gerçek bir ölüş sayılamaz. Yazılan her kitapta öz yeniden dirilir ve o yapıt tanınıp
bilindikçe, sonsuza dek yaşar. Sır Wıllıam Davenant boşuna dememiş; “Kitaplar, kaybolmuş kafaların
anıtlarıdır!” diye…

    1 Bu süreci anlatan pek çok yapıt olmasına karşın, örnek olarak bkz. Dorinda Outram, Aydınlanma, (Çev. M. Hamit
    Çalışkan, Sevda Çalışkan), Dost yay., Ankara, 2008; ayrıca bkz. Aydınlanma Sempozyumu, Osmanlı Bankası Arşiv ve
    Araştırma Merkezi, İstanbul, 2007.
    2 Caner Taslaman, Kuantum Teorisi, Felsefe ve Tanrı, Caner yay., İstanbul, 2008.

                                              85
   81   82   83   84   85   86   87   88   89   90   91