Page 78 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 78
tarih çevresi
Limandaki bu gemilerden bütün bakışlar ve dürbünler, Kordon’da ilerleyen bu özverili mü-
frezeye yöneltilmişti. Pencerelerin aralıklarından gözetleyenler de İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal
edildiği 15 Mayıs 1919 tarihli günü anımsıyorlar ve iki ordunun bu caddede üç buçuk yıl içindeki ol-
gunluğunu, düzenini ve niteliğini kıyaslama olanağı buluyorlardı. Yunanlılar o gün, yani 15 Mayıs 1919
günü İzmir Kordonboyu’nu kana boyamışlardı. Pek çok bellek, o kara günü anımsıyor; ayrıntılarını
gözlerinin önünde hala canlandırıyorlardı. Karagün’ü alkışlayanlar; Akgün’de Türkler’in de aynı şeyi
yapacaklarını ummuşlar, ancak yanılmışlardı. Türk süvarilerinin İzmir kapılarına dayandığı haberleri
üzerine kentte olumsuz propagandalar da yapılmış; Türklerin İzmir’i kana bulayacağı biçiminde yalan
yanlış sözler ortalıkta dolaştırılmıştı. İzmir’e çıktıkları zaman gölgelerden korkan ve sanki bir takım
gölgelere ya da hayaletlere karşı ateş eden Yunan Ordusu’nun Kordon’da yürüyüşü ile Türk Ordu-
su’nun bu geçişi zihinlerde ‘beyhude’ yere kıyaslanıyordu .
Daily Mail’in muhabiri Parreys, süvarilerin Kordonboyu’nca geçişlerine bakarak, savaşın ge-
tirdiği zorlukları, yıkımı ve şiddeti düşünüyordu. Savaş ne olursa olsun, acılar veriyordu. Yaşamak
için güçlü olmak gerekliydi. İşte Türk süvarileri şimdi burada bulunuyorlarsa, bu Türk ulusunun birlik
ve bütünlük içinde gücünü ortaya koyabilmiş olmasındandı. Bu birlik ruhu ortaya konulamamış olsay-
dı, zaten dağılmanın eşiğine gelmiş olan Türkler’in tarihten silinmesi işten bile değildi. Parreys yine;
türlü yokluklara, güçlüklere ve zorluklara karşı bütün varlığıyla bir düşmanın izini sürdükten sonra,
savaşarak; hatta savaştıklarıyla ve kendi tarafında olan diğer birliklerle yarışarak, uzun bir mesafeyi
yürüyüp kat ettikten sonra, işte Türk süvarileri Kordon’daydılar. Zinde duruşlarına karşın, yorgun
oldukları gözleniyordu. Onlar yorgundu; ancak savaştıkları ortada bile yoktu. Süvarilerin sakalları
büyümüştü; bu doğaldı; çünkü onca zor koşullarda kendileriyle ilgilenecek bir zaman bulamamaları
anlaşılır bir şeydi. Yüzleri güneşten yanmış, üstleri başları toza toprağa bulanmıştı; bu da anlaşılır
bir şeydi. Savaş soğuk sıcak dinlemiyor, dağ bayır sürüyordu. Ancak Parreys Türk süvarilerinin iyi
donatıldıklarını, düzgün beslendiklerini de görüyor, şaşkınlık duyuyordu. Türkler, yokluklar ortasın-
da böyle bir orduyu nasıl yaratmışlardı? Türk süvarilerinin yürüyüşüne, olgunluğuna, herhangi bir
taşkınlığa yönelmeyişlerine ya da yönelecek olanları engelleyip, buna izin vermeyişlerine o hayranlık-
la bakıyordu. İlgisini süvarilerin olgunluğu, manevi güçlerinin ve imanlarının yüksekliğini çekiyordu.
Bunu Parreys, süvarilerin atları üzerindeki duruşlarında, bedenlerine yansıyan kendine güvenlerinden
görmüş, çıkarmıştı.. Süvarilerin gözlerinde bu yüce duyguların yansımaları parlıyordu. O bir yandan
bunları gözlemliyor, bir yandan gözlemlediklerini, tanıklık ettiklerini not alıyordu. Parrreys o gün ve o
ana ilişkin notlarını şu satırlarla bitirmekteydi: “Bu askerleri gördüğüm dakikadan sonradır ki, gerçeğin
ne olduğu gözlerimin önünde belirmiş ve Türkler’in Yunanlıları yenme nedenini anlamıştım”.
Bunlar, süvarilerin geçişine ilişkin ilk gözlemlerdi. Türk süvarileri dümdüz uzayan kordon
boyunca gurur, coşku ve heyecanla ilerliyorlardı. At nallarından çıkan sesler, denizin dalgalarına ve
kendilerini gözlemleyen insanların bağırış çağırışlarına, göklere yükselen uğultularına, alkış seslerine
ve haykırışlarına karışıyordu. Coşkunun ve sevincin hemen yanında korku ve telaş vardı ve karşılıklı,
iç içe kapı bir komşu gibiydiler. Türkler sevinçli ve coşkulu, Ortodokslar ve firari Yunanlılar ürkek,
tedirgin, endişeli ve korku içindeydiler.
10 Harp Tarihi Belgeleri Dergisi, Sayı: 122, Belge:1437.
11 Akgün, a.g.e., s.20.
12 Tevhid-i Efkâr, 17 Eylül 1922.
77