Page 8 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 8

tarih çevresi

         İstanbul’un fethinin Osmanlı Devleti’nin tarihinde çok önemli bir hadise olduğu malumdur.
Bu büyük fetihle Doğu Roma (Bizans) oyunlarına son verilmiş, Devlet-i Aliyye’nin iki yakası bir
araya gelmiş ve kuruluşu tamamlanmıştır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti’nin gerçek kurucusunun Fa-
tih Sultan Mehmed olduğu veya kuruluşun onun tarafından tamamlandığı söylenmelidir. Bu padişahın
kurucu şahsiyetinin bir başka göstergesi ise, uygulanmakta olan örfî kuralları ilk defa kanun mec-
mualarında toplatmış olmasıdır. Bu yönüyle Fatih Sultan Mehmed Oğuz Han, Cengiz Han ve Emir
Timur gibi devlet kurucu ve kanun koyucu hükümdarlar arasında yerini almış olmaktadır. Gerçekten
günümüze ulaşan en eski yazılı kanun metinleri onun zamanından kalmadır. Bunlardan ikisi umumi
nitelikte olup devletin merkez ve taşra yönetimiyle ilgilidir.

         Fatih Sultan Mehmed’in çıkardığı ilk umumî kanunname Kanûn-ı Osmânî veya Kanûn-ı
Pâdişâhî adıyla anılır ve askerî kesim dışındaki vergi mükellefi olan reaya ile ilgili hükümleri kapsar.
Tedvin tarihi fetihten hemen sonra olup günümüze ulaşan tek yazması 893 (1488) yılında istinsah
edilmiştir. Fasıl adı altında dört bölümden oluşur. Bunlardan ilk üç fasıl ceza hukukuna dair olup
burada zina, kavga, dövüş, sövme, adam öldürme, içki, hırsızlık, yalan, iftira ve namusa yöne-
lik suçlara verilecek cezalar hakkında hükümler yer alır. Dördüncü fasılda vergi mükellefi tebaanın
yükümlülükleri, gümrük vergileri ve timar düzenine dair hükümler bulunur. Kanunnamenin sonunda
yörüklere, cebelülere ve evli hristiyanlara hükümler dair bulunmaktadır. Muhtevasındaki hükümlerin
herkesi ilgilendirmesi Kanun-ı Pâdişâhî’yi umumî hale getirir. Buradaki hükümlerin kuruluş devrinin
uygulamalarını ihtiva ettiği rahatlıkla söylenebilir10 . Bu kanunname daha sonra çıkarılacak kanun
hükümleri için esas olmuştur.

         Merkezî nitelikte olan Kanunnâme-i Âl-i Osman ise askerî denilen yönetici sınıfı ilgilen-
diren bir teşkilât ve teşrifat kanunnamesidir. Fatih’in saltanatının son yıllarında tertip edildiği anlaşılan
Kanunnâme-i Âl-i Osman geleneksel kuralları bir araya getirmekle eski İslâmî Türk devletlerinin
geleneğini de yansıtmaktadır. Osmanlı Devleti’nde örfî hukukun en yetkili sorumlusu ve temsilcisi
nişancıdır. Adı geçen kanunname de dönemin nişancısı Leyszade Mehmed Efendi tarafından derlen-
miştir. Leys (Leysî) zade yazdığı önsözde mealen şunları ifade eder: “İstanbul fethi nasip olduğunda
daha önce büyük cedleri zamanındaki mazbut kanunlar defter olunmamıştı. Sultan Mehmed bunların
eksik olan yerlerini kendileri isabetli fikirleriyle tamamlamışlardır”. Divan-ı Hümayun’dan çıkan
hükümlerin dönemin padişahının ağzından kaleme alındığı malumdur. Bu hükümlere hatt-ı hüma-
yun veya ferman da denirdi. Fatih’in bu kanunnamesi de baş kısmında ifade edildiği gibi bir hatt-ı
hümayundur ve nişancı tarafından bizzat bu padişahın ağzından kaleme alınmıştır. Kanunname’nin
en önemli özelliği “Bu Kanunnâme atam ve dedem kanunudur ve benim dahi kanunumdur” şeklinde-
ki takdim cümlesinde ifadesini bulur. Böylece Fatih Sultan Mehmed öteden beri uygulanmakta olan
kuralları bir kitap haline getirdiğini belirtmekte ve devamla; “evlâd-ı kirâmum neslen ba’de neslin
bununla âmil olalar” demekle de haleflerinin bu Kanunname’yi uygulamalarını istemektedir. Bu daha
önce örneği pek görülmemiş bir taleptir. Zira Sultan Mehmed yeni hükümdarın eski kuralları tamamen
veya kısmen kaldırma yetkisinin bulunduğunu biliyordu. Ancak Fatih burada sanki kendisini kanun
koyucu olarak özel bir yer vermek istemekte ve merkezî imparatorluğun gerçek banisi olduğunu vur-
gulamaktadır. Fakat ilerleyen sayfalarda, “bu kadar ahvâl-i saltanata nizâm virildi. Şimden sonra gelen
evlâd-ı kirâmum dahi ıslâha sa’y itsünler” derken, derlettiği ve yaptığı kanunların zamanla değişebi-
leceğini, yenilerinin ilave edilebileceğini kabul etmekle de hukuk ve devlet anlayışını göstermiş

10 Bu kanunnamenin ilk neşrini Friedrich von Kraelitz yapmıştır (Mitteilungen zur Osmanischen Geschichte, Wien 1921, I, 13-48. Ondan
naklen bk. Barkan, aynı eser, s. 387-395 ve Akgündüz, aynı eser, I, 346-366.

                                               8
   3   4   5   6   7   8   9   10   11   12   13