Page 8 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 8

tarih çevresi

	 Hıristiyan skolastizmi çok tanrılı dinlere duyduğu öfkeyle, antik dönemdeki akıl çağından
kalmış kimi zaman ceylan, kimi zaman tavşan derisiyle kaplı yapıtları “hak ile yeksan/ yerle bir”
etti. Bu vahşi öfke Sokrates, Pratogoras, Ksanaphon, Platon, Aristo gibi büyük dâhilerin yapıtlarını
kütüphanelerde bulup ayaklar altında parçalarken, yalnızca kütüphaneler yerle bir olmadı; aklın
devreden çıkıp, dogmaların egemen kılındığı o ortamda insanlık koskoca bir karanlığa gömülüver-
di. Akıl, ancak Rönesans’la birlikte kendine gelip, olabildiğince topluma ve siyasete çeki düzen
verirken, yine insanlığın önüne karanlıkları aydınlatan ışıkları kütüphaneler ve kitaplar koydu.
Karanlık dehlizlerde nasılsa yok edilemeyip bulunuveren vahşetin hedef haline getirdiği akıl çağı-
na ait o kitaplar, insanlığın yükseliş ve gelişen çağlara sıçrayışında en önemli etkenler oldular.
	 Aydınlanma böyle başladı; onu sanayi devrimi ve giderek bilgi toplumu izledi. Modern toplum
ve çağdaş insan, böyle bir serüvenin sonunda bugünkü noktaya geldi. Kütüphaneler, bu noktaya ge-
lirken, karanlıkları aydınlatan ışıklar olma görev ve sorumluluğunu onurlu omuzlarında hep taşıdılar.
	 İlk bakışta kasvetli gibi görünen, ama bana göre son derece sihirli bir alemin ta kendisi olan
kütüphane ortamlarına oturup da, yıllar öncesine ait bir kitabı karıştırmaya başladığınızda zaman
mefhumu ortadan kalkıveriyor. Bir sihirli âlemin ortasında büyülü bir yolculuk başlıyor. Descartes’in
dediği gibi; iyi seçilmiş kitapları okuyarak, geçmiş yüzyılların seçkin zekâlarıyla önceden düzenlen-
miş bir konuşmaya katılıveriyorsunuz. Bir anda çağlar arasındaki kopukluk ortadan kalkıyor; zamının
acımasızca ördüğü duvarlar yıkılıveriyor. Bir bakıyorsunuz; Engisizyon’un öfkeli yargıçlarının elin-
den kurtulmanın sevinciyle karşınıza geliveren Galile ile buluşmuşsunuz. Bir bakıyorsunuz tıknaz,
orta boylu, ama sevecen ve nükteli yüzüyle gülerek Sokrates karşınıza oturuvermiş. Savaşlardan
dönen Perikles bir köşeden beliriyor; ya da Yunus, elinde asası “hak, hak” diyerek en büyülü şiirler-
ini başka bir köşede okuyor. Sanki babası Kanuni’nin düzmece planıyla, dilsiz cellâtların ipiyle can
veren Şehzade Mustafa’nın çığlıklarını; bu çığlıkların hemen öteki yanında Hürrem Sultan’ın gem
almaz ihtirasıyla dökülüveren haykırışlarını duyuyorsunuz. Büyük ve görkemli bir buluşmayı tarihin
derinliklerine doğru gittikçe kararan dehlizlerin her birinden çıkıp gelen kişiliklerle, kütüphanenin
sağladığı aydınlık ortamda yaşıyorsunuz. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi? Ne sihirli,
ne muhteşem bir sahne! Bütün önemli beyinler karşınıza geçiyor ve onlarla tatlı bir sohbete dalıyor-
sunuz. Bilgi üstüne bilgi binmiş; kimi zaman geriye gidişler de yaşanmış; ama görüyor, algılıyor-
sunuz; bedensel olarak asla bir araya gelemeyeceğiniz kişiliklerle bir ortamda tartışıyor, onların
birikimlerinden yararlanıyorsunuz. Geleceğin inşasında harcınızın olmasını isterken o beyinlerden
yararlanıyorsunuz. Ve kimi zaman da kendinizi tanıma ve tanımlama olanağı buluyorsunuz. Bir ki-
tabı, diyelim ki bir yaşam öyküsünü alıp belli bir döneme tanıklığını okurken kendinizi onda bu-
luyor, onu anlamaya çalışırken özeleştiri yapıyor, kendinizi yeniden keşfettiğinizi fark ediyorsunuz.
Ne demiş ünlü düşünür Orhan Burian: “Kitap, imbikten süzülmüş hayattır”..
Her kitap, imbikten süzülmüş yaşamdır; elbette öyle. Okuduğunuz her kitapta ayrı ayrı var olan hayat-
ları alıp, kendi hayatınıza eklediniz, ne büyük bir zenginlik.. Ancak gene de bir eksiklik var gibi geli-
yor bana; kitaplar imbikten süzülmüş hayatlar olabilirler; ama ya kütüphaneler? Onlar da başlı başına
birer hayat değil mi? Hatta o hayatların kesişme ve buluşma noktası… Onlar neye tanıklık ediyorlar?

                                              7
   3   4   5   6   7   8   9   10   11   12   13