Page 7 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 7
tarih çevresi
imparatorluk modeline uygun olarak şekillenen yeni siyasal oluşum, Türkiye’nin karmakarışık or-
tamında, başta askeri alanda olmak üzere, elde edilen başarıları dolayısıyla dikkat çekmişti. Görece
kısa sayılabilecek zamanda, mekân, nüfus ve nüfuz bakımından sağlanan kazanımların birden çok
sebebi vardı. Bunlar arasında en önemlisi, yukarıda tanımı yapılan ve siyasal otoritenin kalıtsal/soya
dayalı haliyle bir kişide toplandığı monarşi yönetim biçiminin benimsenmiş olmasıydı. Aslında Os-
manlı monarşisi, atalarının yönetsel açıdan güçlü ve merkeziyetçi siyasal yapısını örnek almıştı. Os-
manoğullarının benimsediği yönetim biçimi ile Avrupa’da gelişen mutlak monarşiler birbirinden farklı
şartlarda gelişmiş olmasına rağmen inanç ve itaat esasları bakımından benzeşiyordu.
Selçukoğullarının dağılmasının yarattığı karmaşık ortamın kontolsüzlüğünden faydalanarak
oluşan siyasal yapının temelini atan, Ertuğrul’un oğlu Osman’dı. İmparatorluğun kuruluş aşamasından
itibaren ölen yöneticinin yerine geçecek olan kişiyi belirleme konusunda atalarının geleneksel mirası
olan kalıtsal/soya bağlı/babadan oğula geçen ardıllık prensibi benimsendi. Ertuğrul’un ölümünden
sonra aşiretin başına kimin geçeceği konusunda yaşanan belirsizlik, ilk zamanlarda bir tartışmaya
dönüşmüştü. Tartışma, ölen yöneticinin yerine kardeşinin mi yoksa oğlunun mu geçeceği üzerine oda-
klanmıştı. Yöneticinin kim olacağı konusunda yapılan tercih, sonucu belirledi. Aşiretin ileri gelenleri,
Osman’ı başlarında görmek istediklerini bildirdiler. Gerekçeleri, geleneksel izler taşıyan bir sebebe
dayanıyordu. Ertuğrul’un oğlu olması sebebiyle yönetme hakkının babadan oğula aktarılması gerek-
tiğini ileri sürdüler. Seçicilerin dayandığı gerekçe, ardıllarına bir kural olarak kalacak sonuçlar doğura-
caktı. Osman ile amcası Dündar arasında, aşiretin başına geçme konusunda yaşanan rekabet, Osman-
lıları, yönetimin babadan oğula geçtiği ve ailenin hanedanlığa dönüşeceği monarşiye teslim etmiş
oldu. Söz konusu monarşi, belirli bir ailenin, dünyevi ve uhrevi kaynaklarla beslenen gücü sayesinde
otoriteyi ele alıyor ve yönetimi altında yaşayan geniş kitlelerden mutlak itaat bekliyordu.
Doğu monarşilerinin en önemli sorunlarından biri meşruiyet meselesiydi. Zira, hanedan anlayışın-
dan beslenen otorite sahipliğinin esası, meşruiyete duyulan ihtiyaca dayanıyordu. Bu sorunu ortadan
kaldırmanın çaresi, hanedan ve onun başındaki kişinin kutsallaştırılmasında aranıyordu. Osman-
lılar da böyle yaptılar ve aile ve başındaki lidere kutsallık atfederek onu otoritenin tek hakimi haline
dönüştürdüler. Osmanlı monarşisi, aile ve lideri dokunulmaz kılmak için iki kaynağa başvurdu. İlki,
İslam öncesi dönemden itibaren Kök Tanrı’dan alındığına inanılan kutsal egemenlik hakkıydı. (Do-
nuk, 1979-1980, s. 51) Aslında çağdaşlarıyla kıyaslandığında Türklerdeki egemenlik sahipliği daha
gerçekçi bir temele oturuyordu. Çin’de Göğün oğlu, eski İran’da ve Roma’da bizatihi Tanrı kabul
edilen yönetici, Türklerde sadece Tanrı’dan kut almış kişi olarak görülüyordu. İkincisi, dinseldi. İslam
öğretisinden beslenen bu inanışa göre Tanrı, yönetme hakkını Osmanoğlu ailesine vermişti ve ha-
nedanın başındaki kişi, Padişâhı Ruyı Zemin Zıllullahı Fil Arz/Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak
kabul edilmişti. Osmanlı hâkimiyetinin temelinde yatan, hükümdarın ülkesini Tanrı adına ve Tan-
rı’nın adaletini tebaaya dağıttığı yönündeki görüşün kaynağı da buydu. Zira on dördüncü yüzyıl İslâm
dünyasında hâkimiyetin Tanrı’nın lütuf ve inayeti ile bir kişide toplandığı, fiilen hâkimiyeti ele geçirmiş
olan hanedan üyesinin de buna mazhar olduğu düşüncesi bunu doğruluyordu. Osmanlı hükümdarını
meşrulaştırmayı amaç edinen bu anlayışın izleri, ilk Osmanlı kroniklerine, Tanrı tarafından mübarek
bir şahsiyet vasıtasıyla Osman’a bağlanmış olduğu şeklinde yansımıştı. (Aşıkpaşazade, 2013, s. 5,
Neşri, 1995, s. 9vd.) Osmanlı monarşisinin kutsallık esasının temel motivasyon aracı bu iki unsurdu.
1Otorite tipleri için Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş adlı kitabına bakılabilir.
7