Page 59 - Tarih Çevresi Dergisi
P. 59

tarih çevresi

balıkçılık oluşturmuş, diğer bölgelerde ise balıkçılık daha ziyade günlük besin ihtiyacını karşıla-
mak amacıyla yapılmıştır. M.Ö. 7000 yıllarına kadar göl koşullarına sahip olan Karadeniz ile Mar-
mara’nın, avcılık ve balıkçılıkla geçinen insan topluluklarının yaşaması için uygun koşullara

sahip olduğu düşünülmektedir (Bursa, 2007: 72-73). Karadeniz’de balıkçılık endüstrisinin M.Ö. 7.
yüzyılda geliştiği ileri sürülmektedir. Bu dönemde işlenmiş balık ürünlerinin lüks mallar arasında yer
aldığı belirtilmektedir. Muhtemelen, bu lüks malın ticareti birkaç gemi ile yapılmış ve oldukça geniş
bir alana dağıtımı gerçekleştirilmiştir (Bursa, 2007: 76). Doğu Karadeniz’de ise bilinen kayıtlara göre
ekonomik balık avcılığı M.Ö. 2750 yıllarından beri sürdürülmektedir. Bu dönemlerde balık avcılığı
kürek ve yelkenle hareket ettirilen küçük ahşap teknelerle yapılmıştır. Av aracı olarak da, pamuk
ipliğinden örülmüş, kol (insan) gücüyle atılıp-çekilen sürgülü serpme denilen ağlar kullanılmıştır
(Zaman, 2005: 34).

     Karadeniz’den sonra önemli balıkçılık merkezlerinin yer aldığı Marmara kıyılarında da M.Ö.
6000 itibaren avcılık-balıkçılıkla geçinen toplulukların yaşadığı bilinmektedir. Antikçağ’da bu bölge
sınırları içerisinde yer alan bazı kentler, balıklarının lezzeti ve balıkçılıktan elde ettikleri gelirleriyle
ön plana çıkmıştır (Bursa, 2007: 82). Balıkçılık, Karadeniz ve Marmara Bölgeleri’nde olduğu gibi
Ege Bölgesi halkı için de önemli geçim kaynaklarından birisi olmuştur. Özellikle kıyıdaki yerleşim-
ler ve adalarda bu durum daha belirgindir. Panaztepe’de 1988 ve 1990 yılı kazı sezonlarında topla-
nan ve M.Ö. 2000–1000 yıllarına ait olan hayvan kemikleri üzerinde yapılan bir çalışmada (Tekkaya,
1992: 43-54), deniz canlılarına ait kavkıların yoğunluğuna dayanarak buradaki deniz avcılığının erken
dönemlerden beri var olan önemi vurgulanmıştır (Bursa, 2007: 97).

     Dört tarafı denizlerle çevrili İstanbul’da balıkçılık, gerek beslenme gerekse ticaret açısından tari-
hin bütün dönemlerinde önemli bir yere sahip olmuştur. İstanbul’da, Bizans’tan günümüze dek sürege-
len köklü bir balıkçılık geleneği vardır. Nitekim Bizans’ta, deniz ya da akarsu yakınında bulunan köy-
lerin ahalisi balıkçılıkla uğraşmıştır. Balık, halkın günlük beslenmesinde en önemli protein kaynağı
olmuştur (Hür, 1994: 17). Bizans döneminde İstanbul’da, özellikle Boğaz köyleri, Adalar, Kadıköy,
Maltepe-Tuzla bölgesi, Yedikule’den Bakırköy’e kadar uzanan sahillerde balıkçılık yapılmıştır. Balık
tutma hakkı “haleia” denilen bir vergi karşılığında sağlanmıştır. Ayrıca tutulan balıkların üç veya dörtte
birinden “halieutike tritomoiria” ve “halieus” adı verilen vergiler alınmıştır. Ayrıca İstanbul balıkçıları,
başlarında bir balıkçı ustası olmak üzere lonca halinde örgütlenmişlerdir (Hür, 1994: 17).

    Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde İstanbul’daki avlanan balıkçı sayısının az, avlamada kullanılan
balıkçı kayıklarının basit ve küçük olması nedeniyle sistemli bir balıkçılığın olmadığı, balıkçıların av-
lamış oldukları balıkları, balık pazarı adı altında faaliyet gösteren çeşitli yerlerde o günün şartlarına göre
sattıkları bilinmektedir (Timur-Doğan, 2000: 12). Zaman içerisinde ise daha fazla balık yakalamak için
yeni olta teknikleri, yeni yemler ve yeni ağ sistemleri denenmiştir. Örneğin, en eski ağ çeşitlerinden biri
olan ve geçmişi Romalılara kadar giden “ığrıb” (ağ) tekniği kullanılmıştır.3 Yine dalyanlar, balık avla-
ma teknikleri içinde kullanılan diğer bir yöntemdir. Sığ sularda kurulan dalyanlar, etrafı çitlerle çevrili
ağ ile genelde balıklar içine girdikten sonra kapatılan ve kalaslarla desteklenen bir sistemden ibaret-
tir (Doğan, 2011: 41). Netice itibariyle balık avcılığı, esnaf halinde örgütlenmiş bağımsız balıkçılar
tarafından kayıklarda, ığrıb ve oltalarla ya da dalyan sistemiyle yapılmıştır (Doğan, 2011: 43-44).

                                              59
   54   55   56   57   58   59   60   61   62   63   64